Claude Lorrain Biyografisi - Claude Lorrain Hayatı - Claude Lorrain Kimdir?
Claude Lorrain Biyografisi - Claude Lorrain Hayatı - Claude Lorrain Kimdir?
Claude Lorrain (1600 - 1682)
Claude Lorrain 1600’de Nancy’de doğdu. Genç yaşta anne ve babasını yitirdi. 1612’de İtalya’ya bir aşçı grubu ile gitti. Ama orada aşçılık mesleği yerine resim merakı ağır basınca, ressam Agostino Tossi’nin yanına çırak olarak girdi. Onun mutfak işlerine bakıyor, palet ve fırçalarını yıkıyor, renkleri eziyor, böylece resmin işçiliğini öğreniyordu. Görevi bir bakıma zor ve sevimsizdi. Fakat Romalı sanat koruyucularının, kardinallerin arasında ilk kez bulunmak gibi ayrıcalıkları bu ilişkiler sonucunda elde etti. 1625- 26’da kısa bir süre Nancy’de bulundu. Orada ressam Deruet’nin asistanlığını yaptı. Alman Sandrart, ona açık havada manzara çalışmayı öğretti. Bu ressam, ayın zamanda iyi bir gravürcüydü. Fakat onun yeteneğini, daha çok Tossi keşfemişti. Sandrart ise Lorrain’in daha yumuşak ve sıcak bir anlatıma yönelmesinde, Tossi’nin etkisinden kurtulmasında yardımcı oldu. Artık başarı yakındı. Asıl adı Claude Géle olan bu genç ressam, tablolarına “Le Lorrain” imzasmı atıyor, Roma’nın ileri gelenleri kadar Roma ‘daki Fransız ressamları da onun üstünlüğünü kabul ediyorlardı. Romalı zengin bir saraylı olan Muti, saraylarından birini fresklerle süsleme görevini Lorrain’e veriyor, 1640’a doğru, İspanya Kralı, 1663’ten sonra ise Colonna Prensi onun tablolarının be müşterileri arasına giriyorlardı. Kendisine bir dizi tual ısmarlayacak olan Fransa Büyükelçisi M. de Béthune ile tanışması da gene bu yıllara rastlar.
Eşine az rastlanır bir kişilik
Papa 8.Urbain onun bu yaygınlaşan ünü karşısında kendisiyle tanışmak istedi. 14. Louis Versailles Sarayı’nın iç süslemelerini Lorrain’e verdi. Artık Avrupa ressamları onun atölyesinden geçiyorlar, tablolarına 100 altın kuron üzerinden değer biçiliyordu. O zamana kadar hiçbir İtalyan ressamı, Fransız kökenli olan bu sanatçının ününe erişememişti. Amatör ressamları onun atölyesine koşturan, bir tür snobizm olabilirdi, fakat kimi çevrelere göre Lorrain monden kişilere oranla daha dalgın ve içine kapanıktı Ayın zamanda kaba görümlüydü. Bu özelliği çevresinde merak ve ilgi uyandırıyordu. Çağın önemli ressamlarının çoğu, bu arada Vouet, Valentin, Callot, Poussin sırayla Roma’dan geçmişler, orada birkaç yıl bilgilerini artırmışlar ve gene orada yerleşmişlerdi. Ama Lorrain’in çevresindeki hayranlık çemberi, daha başka bir şeydi. Sandrart’ın deyimiyle Lorrain;
“Manzarada yetkin bir ustalığa sahipti, yapabileceğini çok iyi yapıyordu; doğrusunu söylemek gerekirse eşine az rastlanır bir kişiliği temsil ediyordu öteki ressamlar arasında kendi türünün en iyisini yapmaktaydı.”
İşte Lorrain’in sanatındaki özgünlüğü oluşturan da, manzaranın bu yenileştirici görünümüydü. İlk dönemde Elsheimer geleneğine bağlı, küçük boyutlu bakır oyma gravürler yaptı. Bamboche tarzında pastoral resimler, günlük yaşamla ilgili figürler çizdi. Pitoresk motifler, bu dönemde tablolarını oluşturan başlıca özellikti. Kırılmış ağaçlar, çağlayanlar,düşsel mimarlık anıtları, tablolarında ağır basan başlıca görünümlerdi. 1640’a doğru, daha dingin bir atmosferi, daha kesin bir kompozisyonu yansıtan resimleriyle Dominiquin’in ve Annibal Carrache’ın klasik peyzajlarından etkilendi. Bu dönemin en büyük tabloları, zaman zaman klasik, çoğunlukla da dinsel içerikli yapıtlardır. Londra’da ki “Saba Melikesi” ve “Değirmen” ile Roma’daki “Delphe Tapınağı” bu tür çalışmaları arasında yer alır.
1650 yıllarında olgunlaşma döneminden en ilginç yapıtları Eski Ahid konularını işlediği resimleri oluşturur. Edimbourg Müzesi’ndeki “Şiir” Karlsruhe’daki ”Tapınma” ve New York’daki “Dağda Vaiz”, bu dönemin ürünleri arasındadır. Aynı zamanda “haroique” olarak da nitelenebilecek bu yapıtları, kariyerinin bir uç noktası sayabileceğimiz yaşamının son yirmi yılı izler. Daha klasiktir bu döneminde. Görkemli olmaya özen gösterir, fakat şiirsel olmak, ayrıntılarda inceliklere yönelmek de başlıca tasaları arasındadır. Birkaçı dışında, tabloları genellikle imgeleme dayalıdır. Dikine bir kompozisyon düzeni, matematik ölçülerin yahu simetrisi onun gözettiği başlıca değerlerdir. Onun tablolarından soldan gelen ışık sabah sağdan gelen ışık ise güneşin batışını gösteren akşamı işaret eder. Lorrain’in sanatı, espasın derinliğine çağrışım yapar, atmosferi ve ışığı inceden inceye etüd eden Roma peyzajının gözlemini akla getirir.. sanatçı bu yönüyle, ışığa büyük yer veren, espası derinliğine inceleyen, doğayı gerçekçi bir gözle izleyen ve aynı zamanda ülküselleştirilmiş bir yorumu benimseyen tutumuyla çağının bellibaşlı resim akımlarına katılır.
Bini aşkın deseniyle Lorrain, tüm zamanların da en büyük çizim ustalarından biridir. En tanınmışı Wildenstein albümü olarak bilinen bir düzine desen albümü, onun 1630’lara kadar süren kariyerinin de toplu bir dökümünü içerir. Siyah kalemle çabuk çizilmiş desenler ve laviler bunlar arasındadır. Desenleri için genellikle renkli kâğıtları, daha çok da mavi olanları tercih etmiştir. Beşyüzden fazla desen çalışmasını içeren British Museum’daki “Liber Venitatis” onun tanmış yapıtları arasında yer alır. Çoğu 1642’den öncesine ait kırk kadar gravürünü de anmak gerekir. Elsheimer, Pieter van Laer ve belki de Gottfried Wals’in etkilerini gösteren bu gravürler, bilinen tablolarına pek az benzer. Onu bu dönemeçle, daha çok Hollanda’nın manzara ressamları etkilemiş olabilir.
1630’larda Claude manzara ressamı olarak büyük bir isim yapmıştır. Lorrain’in manzaraları ışık ve eski Roma mabedlerinin harabeleri ile doludur. Bu ışık sıcak, altın renkli ve yumuşaktır; formları birbirinden keskin bir şekilde ayıran değil yumuşatan, konturlarını titrekleştiren bir ışıktır. Lorrain’in desenleri tabiatın gerçekçi tasvirleridir fakat bitmiş tablolarında idealistik anlayış hakimdir. Böyle bir bütün içinde gerçekler ancak parça parça serpiştirilmiştir. Devamlı olarak hayranlıkla çalıştığı Roma civarı manzaralarını, antik tapınak ve sarayların yer aldığı hayali peysajlar halinde tasvir etmiştir.
Claude manzaralarını hiçbir zaman Hollandalıların Allah’ın yarattığı her şeyi dini bir sevgiyle olduğu gibi tesbit ettikleri yolda ele almamıştır. Onun manzaraları Hollanda manzaraları gibi tabiatın tarafsız bir anlatımı prensibinin sonucu değildir. İnce bir mantıkla şekillenmiş ve şekil değiştiren bir ışıkla aydınlanan ideal manzaralardır. İnsan figürleri bu manzaralar içinde erimişlerdir. Bunlar antikitenin büyük tanrıları değil, daha çok Virgil’den ilham alınmış kırsal hayata ait karakterlerdir. Manzaralarında mimariye yer verdiği zaman bunlar Roma mimarisini temsil eden abidevi eserler değillerdir, formların hafifliği ve sütunların yerleştirilmeleri öyledir ki sanki bunlar çevredeki kırlara açılıyor gibi görünürler ve mimarinin kendisi tabiatın bir parçası haline gelir. Resmi adeta akıcı, hafif ve sakin bir ışık doldurur. Aenas’ın Gemiye Binişi ile Delos Kıyıları (National Gallery, Londra), Cennet Hayatı Yaşatan Kırlara Ait bir Manzara (c. 1644, Musöes des Beaux-Arts, Grenoble) ve "Saba Melikesi'nin Gemiye Binişi" (1648, National Gallery, Londra) tabloları Lorrain’in hayalindeki ideal antik manzaralardır.
Aynı özlemsel güzelliği yüzündendir ki, Poussin’den yaklaşık yedi yaş daha genç olan bir başka İtalyanlaşmış Fransız’ın, Claude Lorrain’ in (1600-1682) yapıtları ünlendi. Lorrain, Roma kırlarını, Roma’yı çevreleyen güneyli sevimli renkleri ve görkemli anılarlı tepelerle ovaları çalıştı. Poussin gibi o da, doğanın gerçekçi imgeleştiriminde büyük bir usta olduğunu kanıtladı. Onun ağaç çizimleri göz için gerçek bir haz kaynağıdır. Fakat asıl tabloları ve oyma resimleri için, geçmişin düşsel betimine girmeye değer gördüğü motifleri seçti yalnızca; bunları, tüm sahneyi değişime uğratan, altın bir ışığa veya gümüş bir havaya daldırdı.
İnsanın gözlerini doğanın yüce güzelliğine ilk kez Claude Lorrain açmıştır. Ölümünden yaklaşık bir yüzyıl sonra, gezginler, gerçek bir doğa görünümünü hâlâ onun ölçütlerine göre yargılıyorlardı. Eğer o görünüm onlara Lorrain’in bir görüntüsünü anımsatıyorsa, görünümü nefis buluyorlar ve orada durak yapıyorlardı. İngiliz zenginleri, park ve çiftliklerini, Claude’un güzellik düşlerine uyarlama noktasına dek vardırdılar işi. Nefis İngiliz kırlarının birçok köşesi, bugün hâlâ İtalya’ya yerleşip Carracci’lerin programına katılan Fransız sanatçısının imzasını taşır.
__________________
T U A L İ M.N ET