Adnan Varınca Biyografisi
(İstanbul, 1918)
Adnan Varınca, 1948 yılında, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisinde Leopold Levy ve Bedri Rahmi Atölyelerinde çalışarak mezun oldu. 1949-1956 yıllarında çeşitli enstitü ve ortaokullarda resim öğretmenliği yaptı. 1957-1973 yıllarında Paris’te resim araştırma ve çalışmalarını sürdürdü.
Çok sayıda kişisel sergi açan ve karma sergiye katılan sanatçı, 1980 yılında Sedat Simavi Vakfı Görsel Sanatlar Birincilik ödülünü Turan Erol ile paylaştı.
Klasik ile soyut arsında kurduğu kö
prüyle Türk resmi içinde önemli bir yere sahip olan sanatçı, çalışmalarını kendi atölyesinde İstanbul’da sürdürmektedir.
2006 yılında düzenlenen Aydın Doğan Ödülü, bir doğa tutkunu olan Adnan Varınca'ya iyi ki doğanın uyandığı bir mevsimde verildi! Doğanın ışığı, biçimi, rengi karşısında duyulan saf bir adanmışlığın peşinde sessiz sedasız bir ömür geçiren 88 yaşındaki ressamı anlayabilmek için, şimdi bir yürüyüşe çıkmak, parklarda dolaşmak, çarşı pazardaki doğal bereketi gözlemek gerekli.
Varınca, bugün artık sınırsız bir malzeme, araç ve ifade çoğulluğunu kapsayan güncel bir sanatsal anlayışın temsilcisi değil. Belki yenilikçi olmayan, ama Rilke'nin deyimiyle, 'yeniliğin türedisi' de olmayan, sanatta büyük dönüşümlerden ziyade küçük içsel değişimleri yeğlemiş olan sanatçı, yıllardır yalnızca 'ressamlık' yapıyor. Üstelik manzara ve natürmort gibi geleneksel türlerin dışına hemen hiç çıkmayan bir ressam; bazen bir elma, bazen bir kavun, bazen bir demet frezya derken, gözünün tutkuyla bağlandığı herhangi bir nesneyle kurduğu ilişkiyi resimsel bir dille tuale aktarıyor.
"Ben âşığım doğaya, hatta resimden çok seviyorum" diyen Adnan Varınca'nın en büyük tutkusu ise, sözlerinden olduğu kadar resimlerinden de görebileceğimiz gibi, ışıkla değişen renkleri görünür kılmaya çalışmak... Doğadaki ışıkta tanrısal bir güç bulduğunu söyleyen sanatçının bu gibi düşüncelerini de göz önünde bulundurarak diyebiliriz ki Varınca, modern resmin miadını çoktan doldurduğu bu 'post-modern' dönemde, eskinin modern ustalarının duyarlılığıyla resme bağlanan, soyu artık tükenmeye yüz tutmuş bir kuşağın son temsilcilerinden. Hocası Bedri Rahmi'nin de dediği gibi, resim -o kuşağın zihninde ve yüreğinde- ışığa kavuşan her şeyi büyük bir aşk ile incelemek ve bu aşkı salt renkler ve çizgiler aracılığıyla insanlara aşılamak sanatı olmuştur, her zaman.
'Ressamca' bir meziyet
1918 yılında İstanbul'da doğan, 1938'de Güzel Sanatlar Akademisi'ne girerek Leopold Levy ve Bedri Rahmi'nin öğrencisi olan Adnan Varınca'nın resmi 'öğrendiği' yıllar, Türkiye'de yurt gezilerinin düzenlendiği, sanatta belli bir kültürel programın hissedildiği bir dönem. Bu dönemde Akademi, yeniliklere açık bir ressam olarak görülen, fakat modern akımları gelip geçici birer moda olarak değerlendiren Levy'nin etkisinde: Aslında Adnan Varınca'nın sanata ilişkin yaklaşımında da bu 'kapalı' tavrın izini sürmek mümkün. Fakat Varınca, Levy'nin eğitim programında öncelik verilen biçimden ziyade renge yönelmiş bir sanatçı; yıllardır hemen aynı konuların tekrarına dayanan resimlerini birbirinden farklı kılan da bu renk duygusu olsa gerek.
Varınca'nın yapıtlarında, katı bir desen temelinden ziyade, renkle tadına doya doya yapılmış, 'biçim bulmuş' imgeler var. Sanatçıyı, soyutçu ressamların alanına yaklaştıran da belki bu ama, Varınca soyut sanatı her zaman fazla içine kapanık, 'dünyadan kopuk' bulmuş.
Mezun olduktan sonra bir süre çeşitli okullarda ve köy enstitülerinde çalışan sanatçının 1957'de Paris'e gidişi ve orada 16 yıl kalışı ise, hiç kuşkusuz yaşamını yönlendiren bellibaşlı olaylardan olmalı. Van Gogh ve Cezanne gibi ressamlara hayran, üstelik Akademi'de Levy aracılığıyla özellikle Cezanne'a temellenen bir eğitim alan Adnan Varınca için Paris'in, bilginin gözleme kavuştuğu yer olduğu tahmin edilebilir. Sanatçının Paris yılları, bildiğimiz kadarıyla yine 'kendi köşesi'nde, pek fazla sergiye katılmadan, sessiz sedasız geçmiş. Bu dönemde gerçekleştirdiği resimlerin izini sürmek de pek o kadar kolay değil.
1973'te Türkiye'ye dönen Adnan Varınca, esas olarak bu dönemden sonra her yıl neredeyse aralıksız, bazen yılda iki kere, 30'a yakın kişisel ve belki bir o kadar da karma sergiye katılmış. Kısacası Varınca resimle yatmış, resimle kalkmış.
Tem Sanat Galerisi'nde şu sıralar 2003'ten, hatta 2002'den bu yana uzanan üretimini sergileyen Adnan Varınca'nın bu son dönem resimleri, daha önceki resimlerinden çok farklı değil ya da en azından onun resimlerini çok yakından izlemeyen gözlere hep aynı konuya, hatta aynı resme bakıyormuş izlenimi verebilecek yapıtlar. Elmalar, armutlar, kabaklar, hıyarlar; sonra çiçekler, canlı bir paletten yansıyan renkler... Kompozisyonlarında doğal olmayan hemen hiçbir nesne yok Varınca'nın, ama resimlerinde doğayı gerçekten hissettiren başka bir şey: Doğada hissettiği duyguya özdeş bir duyguyu, tual yüzeyinde yeniden yaratmak dürtüsünden beslenen bir resimsel haz.
Bir ressamın ezbere, süse, ifadenin aşırısına, gösteriye kaçmadan, gerçekten haz alarak resim yaptığını izleyiciye hissettirebilmesi, 'ışığa kavuşan'ı salt renk ve çizgiyle ortaya koymak yolunda bir arayış içinde olduğunu gösterebilmesi 'ressamca' bir meziyet...
Varınca'nın her bir resmi birbirine çok benziyor olabilir ama, o ressamca duyguyu ve samimi arayışı taşıdığını resmi inkâr etmedikten sonra hiç kimse inkâr edemez! Sergideki bütün resimler aynı 'tat'ta değil belki; yine de 88 yaşındaki bir ressamın 'Değişmek İçin Zorlandığım Bir Resim' gibi başlıklarla heyecanını sürdürdüğüne tanık olmaya değer. Bu ödülle birlikte sanatçıya keşke bir de retrospektif sergi düzenlenmiş olabilseydi, eski resimleriyle yeni resimleri arasında belki büyük dalgalanmalar izlenmeyen, ama kendi içinde özellikle renk açısından belli değişimler yaşayan bir sanatçının görsel yolculuğuna tanık olmak hiç fena olmazdı.