Tualim.net  

Go Back   Tualim.net > Sanat Tarihi > Sanat Tarihine Giriş
Kayıt ol Yardım Topluluk Ajanda

Sanat Tarihine Giriş Sanat nedir; sanatın ortaya çıkışı; sanat tarihinin diğer bilim dallarıyla olan ilişkileri; sanat tarihinin içerdiği konular.

Osmanlı'dan Cumhuriyete Türk Resim Sanatı

Sanat Tarihine Giriş kategorisinde açılmış olan Osmanlı'dan Cumhuriyete Türk Resim Sanatı konusu , ...



Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Osmanlı'dan Cumhuriyete Türk Resim Sanatı
Konudaki Cevap Sayısı
1
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
3370

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 28.03.09, 18:06   #1
Kullanıcı Profili
YÖNETİCİ
 
Tualim - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Tualim.NetTualim
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Feb 2009
Üye No: 2
Mesajlar: 1.665
Konular: 1221
Bulunduğu yer: İstanbul
Standart Osmanlı'dan Cumhuriyete Türk Resim Sanatı

Osmanlı'dan Cumhuriyete Türk Resim Sanatı

Osmanlılar, Selçuklulardan miras olarak minyatür sanatını da devralmışlardır. Fetihler dolayısıyla bu sanat dalında uzun süre önemli eserler ortaya konulamadı. Fatih Sultan Mehmet döneminde, onun himayesinde bir araya getirilen sanatçılar ilk önemli Osmalı minyatürlerini yaptılar. II. Bayezit daha da ileri giderek sanatçıları sarayda teşkilatlandırdı. Minyatür sanatı, XVI. yüzyılda doruğa ulaştı. Saray nakkaşhanesinde tarihi ve edebi eserler resimlendirildi. Bu yüzyılda Matrakçı Nasuh, Nigarî, Osman gibi ünlü nakkaşlar yetişti. XVII. yüzyılda Nakkaş Hasan ve Nakşî geleneği sürdüren başarılı sanatçılar olarak ön plana çıktılar. Bu yüzyılda Avrupa resim sanatının etkisi minyatürde hissedilmeye başladı. 1685 tarihli Gazneli Mahmut Mecmuası'nda tam sayfa natürmortlar ve manzaralar görüldü. XVII. yüzyılın başlarında Lale Devri'nde bu etki iyice su yüzüne çıktı. Mimarî dekorasyonda çini yerine duvar resimleri kullanılmaya başlandı. III. Ahmet'in Topkapı Sarayı'ndaki yemiş odası meyve ve çiçek resimleri ile donatıldı. Lale Devri'nin ünlü nakkaşı Levnî ve yüzyılın diğer ünlü nakkaşı Abdullah Buharî'nin yaptığı minyatürlerde üçüncü boyut (derinlik) ortaya çıktı. Buharî'nin 1729 tarihinde cilt kapağı üzerine yaptığı iki peyzajı ilk figüratif manzara resmi kabul edilebilir.
Mimarî dekorasyonda manzara resmi, çiçek, cami kullanma geleneği Anadolu'da ve Balkanlardaki eserlere de yansıdı. Böylece minyatürden Batı anlayışında resme geçiş için elverişli bir ortam hazırlanmış oldu.
Batı anlayışında Türk resim sanatının temelleri ıı. Selim döneminde 1795'te açılan Mühendishane-i Beri-i Hümâyun'da atıldı. Bu okulda ilk kez resim dersleri verilmeye başlandı ve ilk ressamlar yetişti. II. Mahmut, XIX. yüzyıl başlarında portresini yaptırıp devlet dairelerine astırdı. 1827'de açılan Askerî Tıbbiye ve 1834'te açılan Mekteb-I Harbiye'ye de resim dersleri konuldu. II. Mahmut'un Avrupa'ya gönderdiği öğrenciler arasında resim öğrenimi için seçilenler de vardı. 1859'da açılan Mekteb-i Mülkiye, 1868'de açılan Galatasaray İdâdîsi (Lisesi) ve 1872'de açılan Darüşşafaka İdâdîsi'nde programa resim dersleri konuldu. Bu sayede Darüşşafaka'dan çok sayıda ressam yetişti.
XIX. yüzyılın Osmanlı ressamları adları belirtilen askerî ve sivil okullardan yetişti. Çoğu asker kökenliydiler. Genellikle manzara resmi yapan bu asker kökenli ressamlardan ilk akla gelenler; Beşiktaşlı Tevfik, Giritli Hüseyin, Karagümrüklü Hüseyin, Darüşşafakalı Hüseyin, Mirlivâ Osman Nuri, Servili Ahmet Emin, Kaymakam Ahmet Şekür, Üsküdarlı Osman ve Bedri Kulları'dır.
Figürsüz Türk resim sanatını geliştiren asker ressamlar, eserlerini padişaha sunarak dikkat çekmişler, önce Ferik İbrahim Paşa (1815-1889), Ferik Tevfik Paşa (1819-1866) ve Hüsnü Yusuf Bey (1817-1861) resim öğrenimi için İngiltere ve Fransa'ya gönderilmişler, onları 1861 yılında Şeker Ahmet Ali Paşa (1841-1907), Süleyman Seyyit (1842-1913), H. Zekâi Paşa (1860-1919) ve Osman Nuri Paşa (1839-1906) izlemiştir.
Tanzimat döneminde 1860'lı yıllarda Fransa'ya resim öğrenimi için gönderilen Türk ressamları için Paris'te Mekteb-I Sultanî kuruldu ve 1874'e kadar hizmet verdi. Gèrome, Boulanger ve Cabanel atölyelerin de yetişen sanatçılar arasında Süleyman Seyit ve Ahmet Ali Paşa sivrildi. Sultan Abdülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde yabancı ressamlar Osmanlı topraklarına gelerek çok sayıda gravür ve tablo yaptılar. 1874 yılında İstanbul'a gelen Fransız Guillement bir resim atölyesi kurdu. Bu atölyeden M. Civanyan ve S. Diranyan gibi ressamlar yetişti.
İstanbul'da ilk tablolar 20 Şubat 1863'te açılan bir sergide sergilendi. Gerçek anlamda ilk resim sergisi ise, 1873 yılında Şeker Ahmet Ali Paşa'nın öncülüğünde açıldı. Sultan Abdülaziz 1871 yılında heykeltıraş Fuller'e üzerinde bir heykelini yaptırarak bir tabuyu daha yıktı. 1876 yılında II. Abdülhamit ile başlayan Meşrutiyet döneminde Sanayi-i Nefîse Mekteb-i Âli'sinin kurulması için, 1882 yılı başlarında Osman Hamdi Bey (1842-1910) görevlendirildi. Osman Hamdi Bey, Paris'te resim öğrenimi görmüştü. Osman Hamdi Bey, binasını da yaptırarak 3 mart 1883 tarihinde okulun öğretime başlamasını sağladı. Bu tarihten itibaren Türk ressam ve heykeltıraşları bu kaynaktan da yetişmeye başladı. Ressam Ömer Adil (1868-1924), Osman Asaf (1869-1935), Tekezâde Sait (1870-?), Mehmet Muazzez Özduygu (1871-1956), İsmail Hakkı Atunbezer (1871-1940) ve Şevket Dağ (1876-1944) okulun ilk mezunlarıdır.
II. Abdülhamit döneminde deniz resmi yapan üç asker ressam; Mülazım Ressam İhsan, Bahriyeli İsmail Hakkı (1863-1926), Diyarbakırlı Tahsin (1874-1937) büyük ün yaptı. Asker kökenli ressamlar arasında Üsküdarlı Cevat Göktengiz (1871-1939), Sadık Göktuna (1876-1951), Mehmet Ali Laga (1878-1947), Kaymakam Remzi (1864-1937) ve M. Sami Yetik (1876-1945) de sivrilmişlerdi. Bu arada asker ressamlardan Halil Paşa (1857-1939) ve Hoca Ali Rıza (1858-1930) izlenimci anlayışın öncüsü oldular.
1908 yılında ilk ressamlar örgütü olan "Osmanlı Ressamlar Cemiyeti (Derneği)" kuruldu. Dernek, 1910 yılında bir dergi yayımlamaya başladı. Derneğin adı, 1921 yılında Türk Ressamlar Cemiyeti oldu.
1914 yılına değin Batı anlayışında Türk resim sanatı naif, akademik gerçekçi sanat anlayışı çizgisinde gelişti. İlk izlenimci eğilimler belirdi. 1910 yılında Sanay-i Nefîse Mekteb-i Âlisi mezunlarından İbrahim Çallı (1882-1960), Hüseyin Avni Lifij (1886-1927), Namık İsmail Sebük (1890-1935), Nazmi Ziya Güran (1881-1937), Feyhaman Duran (1886-1970), A. Hikmet Onat (1882-1977) ve M. Ruhi Arel (1880-1931) resim öğrenimi için Fransa, Almanya ve İtalya'ya gönderdiler. I. Dünya Savaşı'nın çıkması üzerine yurda dönen bu ressamlar; "Çallı Kuşağı", "1914 Kuşağı" veya "Türk İzlenimciler" olarak tanınmışlar, izlenimci sanat anlayışıyla Türk resmine yeni bir soluk getirmişlerdir. 1906 yılında Galatasaraylılar Yurdu'nda başlayan ve 1914'ten sonra Galatasaray Lisesi'nde açılmaya başlanan "Galatasaray Sergileri" Çallı Kuşağı'nın tanınmasında önemli rol oynadı. Galatasaray Sergileri, Cumhuriyet Dönemi'nde de bir süre devam etti.
1914 yılında kız öğrenciler için İnas Sanayi-i Nefîse Mektebi açıldı. İlk kadın ressamlarımız bu okuldan yetiştiler. 1925 yılında Sanayi-i Nefîse Mekteb-i Âlisi ile birleştirildi. 1917 yılında Harbiye Nezaretince İstanbul Şişli'de bir resim atölyesi kuruldu ve ressamlardan kahramanlık tabloları yapmaları istendi. M. Sami Yetik, M. Ali Laga, İbrahim Çallı, A. Hikmet Onat, Ali Sami Boyar (1880-1967), M. Ruhi Arel, Ali Cemal Benim (1881-1941) kuşağının diğer ressamları bu atölyede resim yaptılar. Yapılan 143 tablo Viyana ve Berlin'de sergilendi. 1923 yılında İstanbul Valisi Ali Haydar Bey'in desteğiyle İstanbul'da Serbest Resim Atölyesi adıyla ilk özel resim kursu açıldı. M. Ruhi Arel, İbrahim Çallı, A. Hikmet Onat kız ve erkek kursiyerlere ayrı ayrı ders verdiler. Aynı yıl Sanayi-i Nefîse Mekteb-i Âlisi'nin yeni mezunları arasında Şeref Akdik (1902-1972), Sami Özeren (1902-1964), Refik Ekipman (1902-1974), Elif Naci (1898-1988), Mahmut Cûda (1904-1987), Muhuttin Sebati (1902-1935), Ali Avni Çelebi (1904-1993), Zeki Kocamemi (1902-1959) ve Cevat Dereli (1900-1989) "Yeni Resim Cemiyeti" adıyla yeni bir dernek daha kurdular. Osmanlı döneminde XVIII. yüzyıl sonlarında temelleri atılan, XIX. yüzyıl ve XX. yüzyıl başlarında bir çok Türk ressama kavuşan Batı anlayışında Türk resim sanatı, Cumhuriyet döneminde dünya resimlerindeki gelişmeleri yakından izleyerek daha da gelişti. Sanayi-i Nefîse Mekteb-i Âlisi 1928 yılında Güzel Sanatlar Akademisi, 1982 yılında da Mimar Sinan Üniversitesi adını aldı. Türk ressam ve heykeltıraşları bu öğretim kurumunun yanı sıra Eğitim Enstitüleri, Üniversite Güzel Sanatlar Fakülteleri, Eğitim Fakülteleri, Kültür Bakanlığı kursları ve özel atölyelerde yatiştiler. Ayrıca yurtdışında pek çok sanatçımız öğrenim gördü. Bugün sayıları, yaklaşık 500'e ulaşan Türk ressamları uluslararası düzeyde başarılı eserler yaratarak, Türk sanatına katkıda bulunmaktadır.


İlk Türk ressamları

Resim Sanatı’nın Osmanlı sarayına girişi, Fatih Sultan Mehmed’in Venedikli ressamları sarayına davet ederek portrelerini yaptırmasıyla başlar. Söz konusu olan bu uygulama, dönemin İtalya’sında oldukça yaygın bir ilgiye dönüşen portre yaptırma geleneğinin, aynı yıllarda Osmanlı sarayında da benimsendiğini gösterir. Çağının kültür ve sanat gelişmelerini yakından izleyen Fatih Sultan Mehmed’in çağrısı üzerine 1479 yılın da İstanbul’a gelen İtalyan ressam Gentile Bellini, sarayda kaldığı 15 ay boyunca portreler ve İstanbul manzaraları yaptı. Daha sonra birçok Osmanlı padişahının resme duyduğu bu ilgi, ancak XVIII. yüzyılda sarayın dışına taşacak ve halk arasında da yaygınlaşacaktır.

XIX. yüzyılda hız kazanan Batılılaşma hareketinin getirdiği yeniliklerden biri de Türk eğitim sisteminde ilk defa yağlıboya resim sanatına yer verilmesidir. Resim sanatının temeli, yeni kurulan askeri okullarda atıldı; nitekim ilk Türk ressamları bu okullarda yetişecektir. Bu olumlu başlangıcı, Hendesei Mülkiye’nin, hatta Galatasaray Sultanisi ve Darüşşafaka Lisesi gibi ortaöğretim kurumlarının progr** resim derslerinin girmesi izledi. Özellikle Darüşşafaka Lisesi, birçok tiyatro sanatçısının ve ressamın yetişmesinde önemli rol oynayan eğitim kurumlarından biridir. Daha sonra askeri okullarda ve Sanayii Nefise Mektebi Alisi’nde öğrenim gören ressamların çoğu ilk resim eğitimlerini bu lise de almışlardır.

Askeri Okullarda Resim Öğrenimi

İlk Türk ressamları, figür çizmek törelere aykırı bulunduğu için daha çok manzara resimleri yapmışlardır. Bu nedenle Türk resmi manzara resmi olarak doğar.


Osmanlı İmparatorluğu’nda yenileşme hareketi ordudan başlatılmış, askeri okulların eğitim programı bütünüyle yeniden düzenlenmişti. İstihkam ve topçu subayı yetiştirmek amacıyla 1795 yılında İstanbul’un Hasköy semtinde kurulan Mühendishanei Berrii Hümayun, Türk resim sanatının temellerini atan okul olmuştur. Okulun iki aşamalı olan öğretim sisteminde idadi bölümünü bitirenler, öğrenimlerini Harbiye ve mimarlık bölümlerine ayrılarak sürdürüyorlardı. Okulun eğitim programlarına 1795 yılında resim dersleri de kondu. Topografik çizimler ve arazi tanıma amacıyla yapılan resim eğitimi sırasında, resme yetenekli öğrenciler de belirmeye başlamıştı. Bu öğrenciler resim sanatının ilk temsilcileri olacaktır.
1834 yılında öğrenime açılan Mektebi Fünunu Harbiyei Şahane ‘nin programında yer alan resim derslerini İspanyol Chrion yürütüyordu. Okul 1845 yılında «İdadi » ve «Harbiye » olarak iki bölüme ayrıldı. Fransız asıllı Kes, idadi bölümüne resim öğretmeni olarak atandı.
Birçoğu günümüze ulaşamamış, bir kısmı üzerinde tartışmalar hala süren, ama büyük bir çoğunluğu müzelerimizdeki eserleriyle tanınan ilk Türk ressamları işte söz konusu olan bu okullarda yetişti.

Asker kökenli bu ressamlar XIX. yüzyıldan başlayarak XX. yüzyıl ortalarına kadar süren dönemde Türk resminin ilk örneklerini yarattılar. Ortak bir manzara resmi duyarlılığında birleşen asker ressamlarımız doğaya bağlı, sabırlı, ince ve ayrıntıya önem veren bir işçilikle Yıldız Sarayı bahçe ve köşklerinin resimlerini yaptılar. Beşiktaşlı Tevfik, Hüseyin Giritli, Karagümrüklü Hüseyin, Darüşşafakalı Hüseyin, Mirliva Osman Nuri, Servili, Ahmed Emin, Piyade kaymakamı Ahrned Şekur, Usküdarlı Osman, Bedri Kulları asker ressamların bazılarıdır. Bütün bu sanatçıların eserleri, kullandıkları resim teknikleri, anlatım nitelikleri, konu seçimleri ve ortak duyarlılıklanyla birbirlerinden zor ayırt edilir özellikler taşır.

Resimleri sultanın ilgisini çeken bu ressamların birkaçı yurt dışına resim öğrenimine gönderilmişti. Mühendishane ve Harbiye’nin en eski mezunlarından Ferik İbrahim Paşa, Hüsnü Yusuf, daha sonra Şeker Ahmed Paşa ve Osman Nuri Paşa öğrenim için Avrupa’ya gönderilen ilk ressamlarımızdır.

Asker ressamlar doğayla ilgili, perspektif bilgileri ve yorumlarıyla figürsüz Türk resmini geliştirdiler. Figür, dönemlerinin töreleri nedeniyle okullarda öğretilmezdi; bu yüzden Türk resmi bir manzara resmi olarak doğdu. Yalnız o sırada Avrupa’ya öğrenime gönderilen ressamlar figür etütleri de yaptılar. Ancak bu sanatçıların eserleri arasında da büyük çoğunluk manzara resimlerindedir.

Paris’e resim öğrenimi yapmak amacıyla gönderilen genç için Paris’te 1855 yılında Mekteb-i Osmani açıldı. O dönemde bu okulda öğrenim gören gençlerin içinde, ileride resim sanatımızda klasikleri arasında yer alanI olan Ahmed Ali Efendi (Şeker Ahmed Paşa) ile Süleyman Seyyid de vardı.

Sanatta Öncü Adımlar
Osmanlı tarihinde 1908 yılı, daha önce hiçbir dönemde olmadığı kadar geniş kapsamlı bir tartışma döneminin başlangıcı sayılabilir, Ne yazık ki bu dönem fazla uzun sürmeyecek ve beklenildiği kadar yaratıcı, yenilikçi, özgür bir dönem olamayacaktır. 1700 yıllarında küçük kıpırtılarla başlayan çağdaşlaşma eğilimlerinin ve bunalımlarının çözüm bekleyen bütün konuları 1908-1918 yılları arasına sıkışmış gibidir. İkinci Meşrutiyet, Türkiye tarihinde birçok « ilk »in dönemi olduğu gibi, resim sanatında da öncü adımların atıldığı ve önemli toplumsal olayların yaşandığı bir dönemdir..

Sanayii Nefise Mektebi’nin kurulması ve bu okulun ilk ressamlarımızı yetiştirmesi, Batılılaşma programının önemli atılımlarındandı. Bu okulun yetiştirdiği ressamların bir süre sonra bir topluluk oluşturmaları, Türk resmi için önemli bir ivme olmuştur. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin kurulmasıyla Türk ressamlar ilk defa bir dernek çevresinde bir araya geldiler, Sanayii Nefise Mektebi Alisi’nin açılmasından 25 yıl sonra resim alanında en önemli atılım sayılan derneğin önemli girişimlerinden biri de Osmanlı Ressamlar Derneği Mecmuası’nı yayımlamak olmuştur. Dernek, Cumhuriyet Türkiye’sinde Güzel Sanatlar Birliği adıyla etkinliklerini sürdürecektir.

II. Meşrutiyet’in getirdiği özgürlük çerçevesinde tartışılan en gözde konulardan biri, kadının toplumdaki yeridir. Gazetelerde kadın-erkek eşitliğini savunan yazılara sık sık rastlandığı gibi, kadın dergileri de bu dönemde yayımlanmaya başlanır ve kadın dernekleri kurulur.Bu dönemin Türk resim sanatına getirdiği önemli yeniliklerden biri cinas (kız) Sanayii Nefise Mektebi’nin resmen öğretime a (1914).

Yalnız erkekleri kabul eden Sanayii Nefise Mektebi Alisi’nin kuruluşundan 31 yıl sonra, kadınlar da bu eğitimden yararlanacaklardır. Mektebin müdürlüğüne atanan Mihri Müşfik ve çok genç yaşta ölmesine rağmen önemli eserler bırakan Müfide Kadri öncü sanatçı olmanın birçok zorluklarını göğüslemeyi bilen ilk çağdaş kadın ressamlardandır.Cinas Mektebi’nin öğrencileri çarşafla peçeyle okula gitmiş olsalar da, resimlerinde çarşaf ve peçeden arındırılmış kadın resimleri yaparlar. Eğitimlerinde çıplak erkek model kullanamasalar da, Arkeoloji Müzesi’nden getirttikleri torsları kullanmayı düşünecek kadar girişken ve yaratıcı bu kadın sanatçılar, şikayet ve baskınlar olduğunda torsların beline peştemal bağladıklarım söylemeyi de unutmazlar.


Osmanlı Ressamlar Cemiyeti.
İkinci Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, Türk ressamlarının ilk örgütlü birliğidir.

Türk ressamlarını bir araya getiren ilk örgütlenme Osmanlı Ressamlar Cemiyeti 1908’de kurulan cemiyet; 1929’da Müstakil Ressamlar ve Heykelciler Cemiyeti’nin kuruluşuna kadarki tek ressam birliğidir. 1921’de Türk Ressamlar Cemiyeti, 1926’da Türk Sanayii Nefise Birliği ve 1929’daysa Güzel Sanatlar Birliği adını alan cemiyet, dönemin önde gelen ressamlarını biraraya getirebilmiştir. Ressam Rubi önerisiyle bir araya gelen Hoca Ali Rıza, Çallı İbrahim, Sami Yetik Şevket (Dağ), Ahmet Ziya, Hikmet (Onat), Ahmet Izzet, Osman Asaf, Hüseyin Haşim gibi ressamların girişimiyle kurulan cemiyet, dönemin sanat ve sanatçı sorunlarına eğilen biricik örgütü olmuştu. İlk başkanlığını Ressam Sami’nin (Yetik) yaptığı cemiyete Halil Paşa, Zekai Paşa, Nazmi Ziya, Avni Lifij, Feyhaman (Duran), Müfide Kadri gibi ünlü ressamlar katılmıştı.

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti tıpkı Sanayii Nefise Mektebi Alisi gibi Abdülmecid tarafindan desteklenmiş, şehzade derneğin sergilerine katıldığı gibi, cemiyetin yayın organı ve ilk sanat dergisi olan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Mecmuası’nın yayımlanmasına da yardım etmişti. Cemiyetin kurulması, Batılı anlamda yağlıboya sanatının Türk kültür ve sanat hayatındaki yerini almasının önemli atılımlarından biri oldu. Cemiyet, Galatasaray Sergileri’yle Türk ressamlarının eserlerinin tanıtımının öncülüğünü yaptı. Her yıl İstanbul’da açtığı sergilere, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra Ankara’da açılan sergiler de katıldı.
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Mecmuası 1910’da yayın hayatına girdi. Mimarlık, heykel ve resim çalışmalarıyla ilgili etkinlikler hakkında bilgi ve haberlerle dolu olan dergi, döneminin tek güzel sanatlar dergisiydi. Dörtte bir gazete sayfası büyüklüğünde olan dergi, Sanayii Nefise Mektebi mezunlarının etkinliklerine de yer veriyordu.

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti etkinliklerinin oturduğu ve benimsendiği yıllarda yurda dönen 1914 kuşağı sanatçıları hazır bir dernek ve bir mecmuayla karşılaşmışlardı.Güzel Sanatlar Akademisi’nin öğretim üyelerinden Salvatore Valeri ve Warnia Zarzacki’nin emekli olmalarıyla boşalan yerlerine 1914’te İbrahim Çallı, 1915’te Hikmet Onat, 1918’de Nazmi Ziya, 1919’da Feyhaman Duran, 1927’de Namık İsmail resim atölyelerine öğretmen olarak atandılar.
Thema Larousse


Osmanlı Ressamlar Cemiyeti MecmuasıBir araya gelip düşüncelerini ve sanat anlayışlarını topluma yansıtmak gereğini duyan ressamlar 1912-1913 (Balkan Savaşı yıllarında) Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Mecmuası’nın yayınlamışlardır. Bu aylık dergi 18 sayı yayınlanmış ve resim kültürünün yaygınlaşmasına yardımcı olmuştur. Derginin hem Sanayii Nefise ile ilgili hem bu okula karşı bir politika izlediği düşünülebilir. Bunun en belirgin işareti bu derginin iki özel sayısından birinin Osman Hamdi, diğerininse Hoca Ali Rıza’ya ayrılmış olmasıdır.
Sezer Tansuğ




Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, Şerif Abdülkadir Zade Hüseyin Haşim Bey’in yönetiminde ve Cemiyetin yayın organı niteliğinde olan bir gazeteyi (normal gazete boyutlarının 1/4’ü büyüklükte) Mart 1911 ile Temmuz 1914 arasında 18 sayı sürdürmüştür. Sanayii Nefise Resim Bölümü mezunu Osman Asaf’ın sorumlu yönetici olduğu “gazete” 20.yüzyılda ilk kez plastik sanatların önemi üstünde duran ve her vesileyle basının etkili diğer organları ve ilgililere seslenen ilgi çekici özelliklerini sürdürmüştür. “Gazete”de çağın modası olan ağdalı bir dille, sanatlara ilişkin sorunlar savunulmuş ve güncel olaylara değinen yazılardan başka sanat tekniklerine ilişkin makalelere de yer verilmiştir. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti gazetesinde Hoca Ali Rıza’dan Sami (Yetik), Ruhi, Ahmet Ziya (Akbulut)’a kadar birçok resim sanatçısının yazıları yer alır ve Ahmet Adil imzasıyla orientalistlerle ilgili Boğaziçi Ressamları (Les Peinters de Bosphore) adlı kitabın da tefrika halinde, Fransızca’dan (tamamlanmamış) çevirisine rastlanır.(…) “Gazete” de Hoca Ali Rıza gibi ustaların resim sanatından ne anladıklarını belirten yazılarının yanı sıra okuyucuda doğaya karşı özel bir ilgi uyandırmaya yönelik birtakım yazılar yer almakta ve kuşe kağıda özenli bir baskıyla gerçektirilen bu yayın içinde tanınmış yerli sanatçıların peysaj, yarı çıplak erkek ya da giysili figür vb. gibi tablolarının fotoğrafları da yer almaktadır.
Sezer Tansuğ


1914 Kuşağı

Sanayii Nefise Mektebi’nin 1910’da açtığı sınavı kazanarak resim eğitimi için Avrupa’ya gönderilen genç sanatçılar, 1914’te Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine İstanbul’a döndüklerinde yeni bir sanat anlayışının sözcüsü oldular. 1914 Kuşağı veya Çallı Kuşağı diye anılan bu sanatçılar, Türk resminin izlenimcileri olarak bilinir. Avrupa’daki kübist-konstrüktivist akımları benimseyen bir sonraki kuşağın sanatçıları, 1914 Kuşağı’nı « desenleri sağlam değil, paletleri gelişigüzel boyalarla karmakarışık » diye küçümsemiş olsalar da, o yetenekli sanatçıların Türk resmine yeni bir soluk getirdiği kesindir. Onlar, Batı’nın izlenimci üslubundan etkilenmiş, gün ışığının koyu tonlarından arındırılmış saf renkleri ve ışığın renkler üzerindeki etkilerini yakalamaya çalışarak doğaya içten bir tutkuyla yaklaşmışlardı. Fransız izlenimcilerin etkisinde kalmakla birlikte her biri çok farklı bir üslup geliştiren bu sanatçılar içinde Fransız izlenimcilere en yakın olanı Nazmi Ziya Güran’dır. Nazmi Ziya, Hoca Ali Rıza’nın serbest, özgür, işlek üslubunu daha da geliştirmiştir.

1914 Kuşağı sanatçılarının kendilerinden önceki duyuş, görüş ve uygulamalardaki en önemli farklılıkları, doğayı hiç değiştirmeden kopya etmek yerine, bireysel duyguları ve yorumlarını da tuvale aktarmalarıdır. Galatasaray sergilerinde yer alan tablolar, resim yapmanın kopya etmek yerine, ona bireysel bir yorum, bir anlam katmak olduğunu vurgulayan, kuşağın öncekilerden farkını ifade eden eserlerdir. Coşkun lirizmi; Nazmi Ziya’nın ışık oyunları, Avni Lifij’in şiirsel duyarlılığı, Feyhaman Duran’ın portreci1iği, İsmail’in çok yönlü bakışı, Hikmet Onat’ın İstanbul görüntüleriyle resimlerin her biri birbirinden ayrı özellikler taşır. Sanatçıların her biri kendi üslubuyla rahat ve anlatımcı resimler üretmiştir. 1914 Kuşağı ressamlarında akademikleşmiş bir izlenimcilik egemendir. Doğanın ayrıntılarına önem vermeyen, biçimleri saran, rahat, gevşek çizgiler, parlak güneşin pırıltılarını yansıtan renkler, geniş fırça vuruşlarıyla tuvale aktarılır. Türk resmi için değişim ve atılım bu kuşakla birlikte daha da belirgin hale gelmiştir.

Galatasaray Sergileri

Kuşağın sanatçıları 1916 yılından başlayarak her yılın ağustos ayında Galatasaray Lisesi’nde sergiler açtılar. Daha önce de, 1880’den başlayarak Beyoğlu’nda, Tepebaşı’nda Türk ve yabancı sanatçılar zaman zaman sergiler açmışlardı. Bu sergilerin ortak özelliği rastgele düzenlenmiş oluşlarıydı; sanatsal değeri olanlarla olmayanlar bir aradaydı. Oysa Galatasaray sergileri ilk defa kalite bakımından birbirine yakın tablolar sunduğu gibi, eski ressamların görüş ve tekniğine bir tepki olarak atılgan bir eğilimi de ortaya koyuyordu. Bu sergilerde 1914 Kuşağı’nın önde gelen sanatçılarının yanı sıra genç sanatçıların eserleri de tanıtılmıştı. XIX. ve XX. yy arasındaki geçiş dönemini temsil eden Halil Paşa ve Hoca Ali Rıza’yı 1914 kuşağının izlenimciliğinin öncüleri sayabiliriz. O güne kadar Osman Hamdi, Süleyman Seyyid ve Şeker Ahmed Paşa’da resim her şeyden önce doğanın bir yansımasıdır. 1914 kuşağı bu anlayışı değiştiren, yeni bir hava getiren kuşaktır.


Sanatçılar hangi kesime mensup olurlarsa olsunlar, 1916 yılında İstanbul’da başlattıkları sergi etkinliklerini birlikte yürütmüşlerdir. Daha önce bir İtalyan lokali olarak sergi etkinliklerine de sahne olan Societa Operaia, Galatasaraylılar Yurdu adı altında bir Türk Kulübü haline getirilmiş ve 1914 kuşağı sanatçılarının sergileri orada düzenlenmiştir. Bu sergi işlemi de Osmanlı Ressamlar Cemiyeti organizasyonu üstleniyor ve İstanbul’a yeni bir resim anlayışı getiren gençleri çevreye tanıtıyordu. 1914 ya da Çallı kuşağı ressamlarına, farklı bir anlam içinde de olsa, belki onları önceki kuşaktan ayırt etmek amacıyla “empresyonistler” denebilir fakat bu deyim sanatçıların Fransız empresyonistlerinin etkisinde kalmakla birlikte, çok farklı bir hava getirmiş olmaları yüzünden tepkiyle de karşılanabilmektedir. Bizim kanımızca deyim, bir tepki nedeni değil, fakat bu yeni üslup gerçeğini tanımlayıcı da değildir. Bu sanatçılar arasında özellikle Nazmi Ziya Güran’ın Fransız empresyonistlerine yakınlığı üzerinde durulmuş, fakat bu sanatçının gerçekte Hoca Ali Rızza’ya bağlılığı yeterince dikkate alınmamıştır. Nazmi Ziya, Hoca Ali Rıza’nın serbest, özgür ve işlek görüş açısının boyutlarını Batı resminin etkisi altında genişletmiş ve tam bir pentür dokusuna dönüştürmüştür, denilebilir.

Yurda dönüşlerinden sonra Sanayii Nefise ve Inas Sanayii Nefise Mektebinde Çallı, Güran, N. İsmail, Onat, A.S. Boyar ve Feyhaman Duran’ın (İnas’da) görev almaları, Sanayii Nefise’nin başlangıç noktası ve felsefesini değiştirmiştir.

Sezer Tansuğ- Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi




Şişli Atölyesi.
Birinci Dünya Savaşı sırasında ilgi çekici bir resim olayı yaşandı. İstanbul’da Şişli semtinde Enver Paşa’nın emriyle bir resim atölyesi kuruldu, burada 1914 Kuşağı ressamları, konusu savaş sahneleri ve askerler olan resimler yaptılar. Bu resimler 1917’de Galatasaraylılar Yurdu’nda « Harp Levhaları » resim sergisi adıyla ilk defa sergilenerek halka gösterildi. Aynı sergi sonra Viyana ve Berlin’de de açıldı.

Bu sergide yer alan ressamlardan Sami Yetik ile Mehmet Ali Laga savaşa katılan sanatçılardandır. Sami Yetik, Balkan Savaşı’nda Edirne Cephesi’nden başlayarak Kurtuluş Savaşı sonuna kadar değişik cephelerde savaşmış, aynı zamanda eskizler, desenler çizerek sanat çalışmalarını da sürdürmüştü.

Savaş ortamını daha iyi hissedebilmeleri için diğer sanatçılarda cephelere götürülerek savaş ortamı hakkında gözlemler edinmeleri için imkan yaratılmıştı. Ressamlardan Ali Cemal, Balkan Savaşı’nın dramatik yönünü yansıtan resimler yaparken, Sami Yetik ve diğerleri gerçekçi bir yaklaşımla savaş ve asker temalarına eğilmişlerdi. XIX. yüzyılda çok önem verilen savaş konusu, Şişli Atölyesi’nde sürdürüldü, Cumhuriyet’in ilanından sonra daha da yoğun bir ilgi alanı oldu.

1923-50 Dönemine Genel Bakış.

Buradaki zamansal belirleme, dönemin siyasi arka planıyla ilişkili. Cumhuriyet’in kuruluşundan çok, partili siyasal düzene geçişe kadar olan evreye genel olarak bir bakış. Dönem uluslaşma sürecinin sancılı siyasi ve sosyal gelişmelerini içeriyor.

“Türkiye Cumhuriyeti yeni bir toplumsal, siyasi ve ekonomik çehreye bürünmekteyken Atatürk ve arkadaşları, bu kabuk değiştirme sürecinde kültürel alandaki gelişmelere büyük önem vermişlerdir. Onlar için Cumhuriyet'in kültürel kimliğini ortaya koyabilmesi bir zorunluluk taşımaktadır. Kültürel alandaki gelişmelere, Cumhuriyet'in varlığının ana şartı olarak bakmaktadırlar. Atatürk, 22 Ocak 1923'de Bursa Şark Sineması'nda yaptığı konuşmada: "Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki fennin icab ettirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin tarik-i terakkide yeri yoktur."demekteydi. Dönemin Maarif Vekili Mustafa Necati ise güzel sanatların önemini şu şekilde vurgulamaktaydı: "Bir yandan bizim gibi devrim geçiren ulusların ülküsü, ülküleri sanat yapıtlarıyla saptanır. Yine o yolla gelecek kuşaklara aktarılır." [İNAN, M. Rauf; Mustafa Necati, T.İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1980, s.137]

(…)Cumhuriyet'in ilk yıllarında devletin sanat ve sanatçılardan bazı beklentileri olmuştur. Bunların en önemlisi, sanatçıların yapıtları yoluyla Cumhuriyet ilke ve inkılaplarını ve yakın geçmişte yaşanmış olan kahramanlıklarla dolu Kurtuluş Savaşı'nı gelecek nesillere aktarmaları ve toplumu bu yönde etkilemeleridir.

1923'de 7. Galatasaray Sergisi'nin açılışında Atatürk'ü temsilen bulunan Hamdullah Suphi Bey, bu beklentileri açıkça dile getirmiş ve sanatçılarımızın ulusal konuları ele almalarını istemiştir. Nitekim, 1924'de düzenlenen bir sonraki sergide, ulusal konulara ağırlık verildiği ve yapıtların pek çoğunun resmi kurumlar tarafından satın alındığı görülür.

Devlet, bu beklentiler doğrultusunda bazı girişimlerde bulunduğu gibi, sanatın gelişebileceği bir ortama zemin hazırlama çabası içerisine de girmiştir. Güzel Sanatlar Akademisi yenilenmiş, 1924 yılından itibaren sanatçılara Avrupa bursu verilerek yurtdışında eğitimlerini tamamlamaları sağlanmıştır. Ayrıca 1926 tarihli bir kararla, Ankara'da açılan sergilerin resmi sergi kabul edilmesi ve ödüller verilerek belli sayıda yapıtın bir müze kurmak üzere satın alınması ön görülmüştür. Bu son girişim aynı zamanda, Ankara'nın sanat etkinlikleri açısından hareketlenmesi yönünde bir gelişmeye kaynaklık etmiştir ve devletin sanata olan desteğini belli ölçütlere bağlama arayışının bir neticesidir. 1932'de kurulan halkevleri ise, toplumun kültür ve sanata olan duyarlılığının gelişimi açısından olduğu kadar, sanatçılara sergi açabilecekleri mekan sağlamaları nedeniyle de önemlidirler.”

Yukarıda belirtilen bu ortam içinde, Cumhuriyet Türkiyesi’nin yeniliğe ve çağdaş dünyaya açılma politikasını, sanatta en günceli yakalama şeklinde yorumlayan sanatçılar, aradaki açığı kapatma ve batının sanat hareketine eklemlenme kaygısını da taşımışlardır.

Nazmi Ziya başta olmak üzere İbrahim Çalı ve Hikmet Onat’ın İstanbul’un değişik yörelerini konu alan peyzajları, daha sonra 1928 kuşağı olarak bilinen Müstakiller Grubunun çalışmalarına da zaman zaman yansıyacaktır.

Çallı kuşağının renkçi tutumu yanında Müstakiller’ in çizgiye ve kuruluşa, yapısalcılığa öncelik veren resimleri, Refik Epikman, Cevat Dereli, Ali Avni Çelebi, Zeki Kocamemi, Muhittin Sebati’de olduğu gibi kübist inşacı kökenli eğilimlerden kaynaklanır. İlk kadın ressamlarımızdan Hale Asaf ile Mahmut Cüda’nın resimlerinde de bu eğilimlerin payı seçilebilir. Müstakilleri genel olarak betimleyecek bir olgu da akademizme karşı çıkıştır diyebiliriz.

Yaşamının büyük bölümünü Paris’te geçiren ve Fransa’da ölen Fikret Muallâ’ya, özgür kişilikçi anlayışların yurt dışındaki temsilcileri arasında özel bir yer vermek gerekecektir. Bu sanatçı, 1940’lı yıllarda Fransa’ya göçen Abidin Dino, Mübin Orhon, Nejat Devrim, Avni Arbaş, Selim Turan gibi ressamların yer aldığı grup içinde, ününü yurt dışına da taşırmış olan sayılı ressamlarımızdan biridir.

1933 de kurulan “D Grubu” izlenimci teknikleri reddediyor, kompozisyonu kübist ve konstrüktivist anlayışlardan esinlenen, desenin sağlamlığına dayalı bir düzen ve yapı üzerine oturtmayı amaçlıyordu.

1940 yılları Türk resminde toplumsal gerçekçi akım paralelinde çalışan ressamlar açısından da önem taşır. Nuri İyem ve arkadaşlarının Yeniler ya da Liman Ressamları adıyla kurdukları grup, önceleri bu ortak anlayış çevresinde çalışmış, daha sonra grubun dağılmasıyla kişisel düzlemde bu çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Yeniler, D Grubunun biçimciliğine karşı hayatın gerçekçiliğini, toplumsal temaları öne çıkarıyordu.

Çağdaş Türk resminde yöresel eğilimlerin öncüleri de gene bu dönemde ortaya çıkmıştır. Başta Turgut Zaim olmak üzere, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nurullah Berk, Cemal Tollu gibi sanatçılar, resim sanatımıza ulusal bir kaynakla beslenen özgün yöresel eğilimleri temel almış ve çalışmalarını daha çok bu yönde sürdürmüşlerdir. Böylece 1933’te kurulmuş olan D Grubu’nun çağdaş yenilikçi eğilimlere uyum sağlamayı amaçlayan programı karşısında, yeni bir seçenek oluşturulmuş oluyordu. Ne var ki, bu seçenek, toplu bir hareket ya da ilkeleri saptanmış bir program niteliği taşımıyordu.

İkinci Dünya savaşı sonrasında, 1950’li yıllara doğru, Bedri Rahmi atölyesinden yetişecek bir başka grup olan 10’lar Grubu hocalarının yerel kültür kaynaklarına dikkati çeken uyarılarından hareketle, köklü bir resim kültürü üstüne kurulu yöresel gözlem yeteneğini geliştirecek ve her biri bağımsız araştırma bilinçlerinden kaynaklanan yönelişlerin temsilcileri olacaklardır.

“Cumhuriyet'in ilk yıllarının ve kısmen İkinci Dünya Savaşı yıllarının genel karakteristiği olan grup halinde hareket etme ve sergiler açma eğilimi, savaşı izleyen dönemde yerini belirgin bir şekilde kişisel çabalara bırakmaya başlamıştır


ı
alıntı
Tualim isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 28.03.09, 18:08   #2
Kullanıcı Profili
YÖNETİCİ
 
Tualim - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Tualim.NetTualim
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Feb 2009
Üye No: 2
Mesajlar: 1.665
Konular: 1221
Bulunduğu yer: İstanbul
Standart

Müstakiller: Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği

Türk resim sanatının tarihsel süreci içinde kurulan derneklerin ikincisidir. Buna karşılık Cumhuriyet Türkiye’sinde kurulan ilk sanatçı derneğidir. Birliğin üyelerini 1914’ten sonra Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi’nde (GSA, MSÜ) öğrenime başlayan sanatçılar oluşturmaktadır. 1923’te Sanayi-i Nefise’deki öğrenimlerinin son yıllarını sürdüren Şeref Akdik, Saim Özeran (1900-1964), Refik Epikman, Elif Naci, Mahmut Cuda, Muhittin Sebati, Ali Avni Çelebi, Zeki Kocamemi Ve Cevat Dereli “Yeni Resim Cemiyeti” adı altında birleşmişlerdir. 1924’te Maarif Vekâleti’nin açmış olduğu Avrupa sınavını kazanan birlik üyelerinden büyük çoğunluğunun Paris’e gönderilmesiyle birliğin etkinlikleri kesilmiştir. Ancak üyelerin beraberlikleri Paris’te de sürmüş ve İstanbul’a dönüşlerinde bu kez de Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği adı altında çalışmalara koyulmuşlardır.


Müstakiller, Valéri ve Warnia Zarzecki (1850-1924) gibi yabancıların yerine atanan ilk Türk eğitimcilerinin öğreniminde yetişen birinci kuşak sanatçılardır. Yaşamları ve eğitim dönemleri, Osmanlı imparatorluğu’nun yıkılışı, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına rastlamaktadır. Bu nedenle de yaşadıkları toplumun hızla gelişen ve değişen siyasal, ekonomik, kültürel oluşumlarının içinde, gelişimleri izleyerek, okuyarak, düşünerek yetişmişlerdir. Osmanlı toplumunun son yıllarından geçerek Cumhuriyet Türkiyesi’ne ulaşan bu genç ressamlar, Avrupa’da kuramsal bilgileriyle teknik becerilerini geliştirirken farklı bir toplumun sosyal ve kültürel olaylarıyla karşı karşıya kalmışlardır. Resim sanatı alanında köklü bir deneyimin, çok sayıda sanatçının, sanat akımının ve yapıtın yoğunlaştırdığı bu kültürel birikim, kuşkusuz bu sanatçılar için şaşırtıcı boyutlardaydı.

Avrupa toplumunun kazandığı kültürel zenginleşmenin sonucunda, sanat eğitiminin, uygulamalarının, müze ve sergilerin ulaştığı değer ve rahatlık, özlemini duydukları bir ortam oluşturmaktaydı. Türkiye’deyse bu yıllarda yeni bir olgu olan sanat olayları, İstanbul’da bile ancak belirli bir kesimin ilgisini çekmekte, öteki illerde yaşayan halkın ise bir yağlıboya resim sanatının varlığından habersiz olduğu bilinmekteydi. Avrupa’da eğitimlerini sürdüren Türk sanatçılar İstanbul’a döndükten sonra bireysel olarak yapacakları sanat çalışmalarının yetersizliğine inanıyorlardı. Ayrıca, sanat ve sanatçı güvencesinin sağlanması için gerekli koşulları düşünüyor ve araştırmalara girişiyorlardı. Bireysel çabaların sanata ve sanatçı güvencesine kalıcı çözümler getiremeyeceği ve sanatçılar arasında oluşacak değer çekişmelerinin toplumun ilgisini olumsuz yönde etkileyeceği konusunda düşünce birliğine varmışlardı. 1928’de Fransa ve Almanya’dan İstanbul’a bu düşünceyle dönen sanatçılar, aralarında oluşturdukları yoğun çalışmalar sonucunda Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği adı altında birleşmişlerdir. 15 Nisan 1929’da kurulan birliğin üyeleri “nizamname”lerinde şu şekilde sıralanmışlardır:

Ressamlar: Refik Fazıl (Epikman), Cevat Hamit (Dereli), Şeref Kâmil (Akdik), Mahmut Fehmi (Cûda), Nurullah Cemal (Berk), Hale Asaf, Ali Avni (Çelebi), Ahmet Zeki (Kocamemi)

Ressam ve heykeltıraşlar: Muhittin Sebati, Ratip Aşir (Acudoğu)
Dekoratör:Fahrettin (Arkunlar)

Üyelerinin bireysel sanat anlayışlarına özgürlük tanıyan birliğin bu özelliği ve adı Paris’te bu yıllarda etkinliklerini sürdürmekte olan Bağımsız Sanatçılar Birliği’nden (La societé des Artistes İndépendans) alınmıştır. Müstakillerin amaçları, gelişmekte olan Türk resim sanatının düzenli ve kalıcı temellere kavuşturulması ve yaygınlaştırılmasıydı. Ayrıca sanatçıların güvence altına alınmaları ve bireysel sanat anlayışlarına özgürlük tanıyan bir ortamda çalışmalarını sürdürmeleri önemle üzerinde durulması gereken bir konuydu. Sanatçılar her meslekte olduğu gibi, yetiştirildikleri alanda yapacakları çalışmalarla yaşamlarını kazanmalıydılar. Toplumda sanat beğenisinin yaygınlaşması, bu sorunu çözümleyici önlemlerden ilki ve en önemlisiydi. Ayrıca devlet, yetiştirilmelerine önemli katkılarda bulunduğu sanatçılarına destek de sağlamalıydı. Bu öneriler değer çekişmelerinin kırıcı ve bölücü ortamından kaçınılarak gerçekleştirilmeliydi. Bu anlayış doğrultusunda birleşen Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği ilk sergisini 1928’de Ankara Etnografya Müzesi’nde açtı. Sanatçılar bu girişimleriyle de İstanbul dışında açılan ilk resim sergisini gerçekleştirmiş oldular.


Müstakil Ressam ve Heykeltıraşlar Birliği’nin 1929’da yayınlanan tüzüğünden bir yıl önce 1928’de, aynı zamanda birliğin kurulması yolunda bir etkinlik niteliğinde olan ilk sergilerini, sanatçılar Ankara Etnoğrafya Müzesi ve İstanbul’da Cağaloğlu’ndaki Türkocağı’nda açmışlardı. İstanbul’da yayınlanan Vakit Gazetesi 1928 Mayıs ayında yayınlanan bir nüshasında Birliğin diğer sanatçılardan ayrılan gençlerden oluştuğunu ve bu gençlerin bir yıl önce (1927’de) Ankara’da ilk kez birarada bir sergi düzenlediklerini yazmıştı.

1928’de İstanbul’daki serginin ünlü Şair Abdülhak Hamit tarafından törenle açıldığını belirten yazıda sanatçıların adları yer almakta ve çeşitli temaları kapsayan ****en kadar eser arasında, Türkiye’den çok Paris manzarasının bulunması eleştirilmektedir. Gazete yazısında, bu sergiye müstakillerin denilebilir deniyorsa da, 1931 yılında açılan serginin, 4.Sergi olarak belirlenmesi ve bu 4.Sergi hakkında birçok yazılar yazılmış olması, ilk serginin 1928’de İstanbul’da açılan sergi olarak benimsendiğini gösteriyor. Fakat 1929’da Ankara Etnografya Müzesi’nde açılan 1.Genç Ressamlar Sergisi’nde de Müstakiller Birliğini oluşturan sanatçıların yapıtları, birlik dışından katılan sanatçıların yapıtlarıyla bir arada seyirciye sunuluyor. Genç sanatçıların 1929’da tüzüğü belirlenip yayınlanan bir birlik kurmanın yanı sıra, başka adlar altında da sergiler düzenleyerek kendilerini topluma ve yönetime kabul ettirme çabasına girdikleri görülüyor. Sezer Tansuğ



Daha sonra İstanbul, Ankara, Zonguldak, Balıkesir, Bursa, Samsun, İzmit gibi kentlerde, çoğu kez konferanslarla zenginleştirilen sergiler düzenlediler. Bu arada Rusya, Romanya, Yugoslavya, Yunanistan gibi ülkelere de sergiler götüren birlik üyelerinin etkinliklerini güç koşullarda gerçekleştirdikleri izlenmektedir. O yıllarda yapıtlarını sergilemek için uygun salonlar bulabilmeleri bile büyük bir sorundu. Bu nedenle de resim galerilerinin açılması, güzel sanatları kapsayan müzelerin kurulması gibi konulara değinen sistemli ve sürekli yayınlara girişmişlerdir.


İstanbul’da Fransızca olarak da yayınlanan Cumhuriyet ve Milliyet Gazeteleri bu 4.Müstakiller sergisini önemle ele almış ve “Le Milliett” de Nurullah Cemal (Berk) sergiye katılan sanatçıların, Batı dünyasının tanınmış ressamlarıyla ilintilerine değinen bir eleştiri yayınlamıştır (N. Berk 1930’lardan bu yana ressam ve yazar olarak etkinlik göstermiş, 1933’de kurulan D grubu sanatçıları arasında yer almış, fakat uzun süre belli bir ön yargının da temsilcisi olmuştur. N. Berk Türkiye’de bir resim geleneği bulunmadığını, bunun ancak yeni kurulmakta olduğunu, resim deyince Batı dünyasındaki uygulamaların söz konusu olması gerektiğini ve bir tapınma aracı olarak resmin Müslüman Türk dünyasında yer bulmayışının, Türk toplumunu resimden yoksun kıldığını ileri sürebilmiştir). Bu türden yanlış önyargıların başıboş bırakılmadığı sık sık bunlara nasıl karşı çıkılmış olduğuna değinilecektir.1933 yılına her alanda yoğun bir devrimler sürecinin tamamlandığı yıl olarak da bakılabilir, Türkiye Cumhuriyeti 10 yaşında genç bir devlettir ve dinamik gelişiminin ön birikimlerini bu ilk on yıl içinde gerçekleştirmiştir. Sezer Tansuğ



Birlik üyesi her sanatçının ayrı bir sanat anlayışını benimsemesi ve çok çeşitli konuların ele alınması dikkati çeken özellikleridir. Düzenledikleri sergilerde Türk resim sanatına yeni bir sanat anlayışı ve çoğulcu bir sanat atılımı getirmektedir. Hocaları olan İzlenimci kuşak ressamlarının (1914 kuşağı: İzlenimcilik) ışık değerlerinin egemen olduğu resimlerinde, eriyip giden mekan ve nesnelerin oylum değerleri, Müstakiller’in yapıtlarında önem kazanmaktadır. Üç boyutlu mekan olgusunda, nesneler gerçek oylum değerleriyle ele alınırken renklerin görsel etkileri, duygusal özellikleri, güçlü yapıtların yaratılmasına neden olmuştur. Müstakiller belirli bir sanat anlayışı çevresinde toplanarak, bu anlayışı tanıtıcı, yaygınlaştırıcı girişimlerde bulunan bir dernek değildi. Benzerleri Avrupa’da görülen bu tür derneklerin de toplumda yaygınlaşan kültürel zenginliğin ve gelişmiş sanat ortamının sonucu olarak ortaya çıkması doğaldır. Oysa Avrupa’dan alınarak Türk kültürüne katılan yağlıboya resim sanatının özellikle Müstakiller’in kuruldukları yıllarda ancak topluma tanıtılması ve yaygınlaştırılması evresi yaşanmaktaydı. Müstakiller bu evrede topluma sanatı en iyi örneklerle tanıtabilmek, sanat ve sanatçı güvencesini sağlamlaştırabilmek amacına yönelik yoğun çalışmalar gerçekleştirmişlerdir. Bireysel sanat anlayışlarında, yeni, özgün ve kalıcı değerlere ulaşarak Türk resim sanatının birikiminde önemli yerler almışlar ve girişimleriyle de sanatçıların, sanatlarına verdikleri emek karşılığında yaşamlarını sağlamaları gerektiği gibi bir imgeyi sanatçılar arasında ve toplumda uyandırabilmişlerdir.

Müstakiller’in değişik eğilimleri benimseyerek ürettikleri yapıtlarını, giderek yaygınlaşan sergilerinin aracılığıyla topluma tanıtmaları büyük ilgi toplamalarına neden olmuştur. Bu arada tüm sanatçıların ortak hak ve yararlarını korumaya yönelik girişimleri birliğin üye sayısının giderek artmasına neden olmuştur. İzmit sergisi kataloğunda (1939) üye sayısının 25’e ulaştığı görülmektedir. Ancak bu yıllarda Müstakiller’in yanı sıra, birlikten ayrılan bazı üyelerin de katıldığı D GRUBU, daha önce varolan Güzel Sanatlar Birliği (OSMANLI RESSAMLAR CEMİYETİ) ve 1940’da kurulan YENİLER GRUBU ayrı ayrı etkinliklerini sürdürmekteydiler. Giderek artan sanatçı gruplarının aralarında belirginleşen değer çekişmeleri günlük gazete ve dergilerden, resim sanatını yeni yeni yorumlamakta olan topluma yansımış ve olumsuz etkiler uyandırmıştır. Resim sanatı kültürünün aşamalarından geçmeden Avrupa sanatının gelişmiş eğilimleriyle karşı karşıya kalan halkın söz konusu eğilimleri benimsemesi de, sürdürülen çekişme ortamında güçleşmiş; bu arada sanatçıların ortak sorunlarının çözümlenmesinden gitgide uzaklaşılmıştır. Bu nedenle Müstakiller, tüm ressam gruplarını bir meslek dayanışması çerçevesinde toplamayı amaçlayarak 3 Mart 1942’de Türk Ressamlar ve Heykeltıraşlar Cemiyeti’ni, 3 Ağustos 1950’de de Ressamlar Derneği’ni kurmuşlardır.


« d » Grubu

Cumhuriyet’in onuncu yılı, önemli devrimlerin gerçekleştiği, bu devrimlerin etkisiyle değişimlerin belirginleştiği dönemdir. Tüm sanat dallarında atılımcı ve çağdaş yenilikler destek görmekte, taraftar bulmaktadır.

Türk resminde modern bir atılımı gerçekleştirmek amacıyla 1933’te Nurullah Berk, Cemal Tollu, Abidin Dino, Elif Naci ve Zeki Faik İzer tarafından « d » Grubu kuruldu. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, Sanayii Nefise Birliği ve Müstakil Ressam ve Heykeltraşlar Birliği’nden sonra kurulmuş dördüncü grup olduğu için, kendilerini alfabenin dördüncü harfi « d » ile adlandırmışlardı. 1947’ye kadar etkinlikler düzenleyen bu sanatçılar, sergileriyle toplumun ve diğer sanatçıların ilgisini çekmeyi başardılar. Bu süre için de açtıkları 15 resim sergisi, gruba katılan diğer sanatçıları da tanıtan önemli etkinliklere.dönüştü. Halil Dikmen, Salih Urallı, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu gibi ressamların da katıldığı « d » Grubu’nun sözcülüğünü Nurullah Berk üstlenmiş, gazeteci Fikret Adil’in de yazılarıyla desteklediği grup, bu iki yazarın yazılarıyla, konferans ve tartışmalarla, İstanbul’da canlı bir sanat ortamının oluşmasını sağlamıştı. Basında « d » Grubu’nun Avrupa’dan modern resim sanatını taşıdığını vurgulayan, « d » Grubu öncesi resim sanatını önemsiz sayan görüşler de yer almış, sanatçılar arasında kuşak çatışması şiddetlenmişti.

« d » Grubu’nun birçok üyesi 1928’de kurulan Müstakiller’in bünyesinde yer almış sanatçılardı. Müstakiller’in ortak bir sanat anlayışlarının olmayışı, izlenimcilik, konstrüktivizm, Alman dışavurumculuğu gibi birçok akımı bünyesinde taşıyor olması, « d » Grubu’nun karşı çıktığı temel konulardı. « d » Grubu üyeleri Türk sanatının çağdaş Avrupa sanat akımları doğrultusunda gelişmesi gerektiğine inanıyor, izlenimci teknikleri reddediyor, kompozisyonu kübist ve konstrüktivist anlayışlardan esinlenerek sağlam bir düzen ve yapı üzerine oturtmayı amaçlıyorlardı.

« d » Grubu sanatçıları 1933 üniversite reformu sonrasında, akademi kadrolarında yer aldı, bu görevleri birçok öğrencinin eğitilmesinde önemli rol oynadı.

« d » Grubu Türk resim sanatında en etkin ve başarılı grup hareketidir. Ortak yaklaşımlarına rağmen ortak bir üslup geliştirmeyen grup üyeleri, 1947 yılın dan sonra dağıldı ve her biri kendi resim anlayışında çalışmalarını sürdürdü.

Tualim isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
cumhuriyete, osmanlıdan, resim, sanatı, türk


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Osmanlı Nakış Sanatı Tualim Osmanlı Sanatı 0 02.04.09 21:55
Erken Osmanlı Sanatı Tualim Osmanlı Sanatı 0 02.04.09 21:51
Cumhuriyet Dönemi Türk Resim Sanatı Tualim Cumhuriyet Dönemi Sanatı 0 02.04.09 21:13
İslamiyet Öncesi Türk Resim Sanatı Tualim Orta Asya (İslam Öncesi) Türk Sanatı 0 02.04.09 21:09
Osmanlı'dan Cumhuriyete Türk Resim Sanatı Tualim Sanat Tarihine Giriş 0 28.03.09 17:52


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 06:31.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.6.0 RC 2
Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.