Roman ve Gotik Sanatı kategorisinde açılmış olan Gotik Sanatın Gelişimi konusu , ...
Gotik Sanatın Gelişimi Gotik sözcüğü, herkeste genellikle güzel çağrışımlar uyandırır: katedraller, kiliseler, sivri kuleler, eski tarz bir dekorasyon.Oysa, bu sözcüğü ilk kez kullanan Rönesans dönemi İtalyan sanatçıları için Gotik terimi oldukça değişik bir anlam taşımış ve klâsik biçimlere karşı çıkan Kuzeyli barbarların, özellikle Cermen kökenli halkların kültürünü simgeleyen bir sözcük olarak geçerlik bulmuştur. Gotik sözcüğü ilk önceleri Rönesans olgusunun dışında kalan tüm barbar kültürü ifade etmek için kullanılmıştı. Ancak sonradan, bu kültür daha iyi anlaşılıp, takdir edilmeye başlanınca daha dar bir anlamda, yalnızca mimari bir biçimi belirtmek amacıyla kullanılır oldu. Daha yakın dönemlerde ise, halk dilindeki anlamıyla, tümüyle dinsel yapılarla, özellikle katedraller ile bağdaştırılan bir terim haline geldi. "New English Dictionary" (Yeni İngilizce Sözlük) Gotik sözcüğü için şu tanımı vermektedir: "Batı Avrupa’da XII. yüz yıldan XVI. yüz yıla kadar yaygın olan mimari stil için kullanılan terim. Stilin temel özelliği sivri kemerlerdir. Aynı zamanda mimari ayrıntılarda ve süslemede de uygulanmıştır". Aslında bu tanım yeterince kesin değildir. Mimarlık tarihi uzmanlarından bir çoğu, Gotik stilin temel özelliğinin sivri kemerler olduğunu kabul etmeyip, farklı kuramlar ileri sürebilirler. Ayrıca, Gotik stili yalnızca mimarlığa özgü olarak kullanmak da pek doğru değildir. Zira Gotik yalnız yapılar için değil; mobilyalar, giysiler, süslemeler, hatta mutfak aletleri ve davranış biçimleri için bile geçerli bir kavramdı. Ne var ki, günümüzde kilise yapılarının dışında Gotik stilden geriye hemen hiç bir şey kalmamıştır. Gotik ortaya çıkana dek Batı Avrupa’daki tüm yapı biçimlerinin temelini oluşturan "Romanesk" mimarlık oldukça basit bir ilkeye bağlıydı ve özünü eski bazilika inşaatlarından almıştı. Bu ilke, dört duvar üzerine oturtulan düz bir çatıdan ibaretti. Eğer çatı kubbeli ya da çıkıntılı olursa, yan ağırlıkları taşımaları için duvarların kalınlaştırılması gerekliydi. Bu nedenle, geniş iç mekânlar gerektiren büyük yapılarda duvarlar fazlasıyla kalın yapılıyordu. Duvarların yeterince sağlam olması için ise pencerelerin pek küçük olmaları gerekiyordu. Sonuç olarak, Romanesk yapılar bodur ve hantal görünümlü, iç mekânları karanlık ve hüzünlü yapılardı. Gotik mimarlar, iç mekânlarda yeterli genişliği sağlayan sivri ve yüksek kemerler kullanarak, Romanesk yapıların uygunsuz koşullarından kurtulma çaresini bulmuşlardı. Üstelik kemerli payandalar kullanarak yan ağırlıkları desteklemesini de biliyorlardı. Bu sayede, duvarların üzerindeki büyük yük azaltılmış oluyordu. Açılan büyük pencereler ve kullanılan renkli camlar iç mekânların tatsız karanlığını ve hüznünü yok ediyordu. Zamanla, yapıyı oluşturan çeşitli öğeler; kemerler, payandalar, sütunlar ve duvarlar, tıpkı bir makinenin gerekli parçaları gibi, bütün halinde uyumlu bir sistem biçimine dönüştü. Yapının çeşitli öğelerini uyumlu bir biçimde örgütleyen bu bütüncül sistem Gotik stilin özünü ve Romanesk stilden ayrılmasını sağlayan ana niteliğini oluşturdu. Kemerler, payandalar, sütunlar gibi teknik özellikler stili belirlemede ikinci plana düştü. Violet-le-Duc’ün ünlü Gotik tanımına göre; "tümüyle Romanesk stilden ayrı evrimleşmiş olan Gotik stilin ayırt edici özelliği, yapının tüm karakter ve görkeminin titizlikle örgütlenmiş ve içtenlikle uygulanmış bir sisteme bağlı olmasındadır". Moore’un tanımlamasına göre; "Gotik mimari kısaca, payandalar ve ayaklar tarafından taşınan bağımsız bir kemerler ağı ile bunların üzerine oturtulmuş bir çatının oluşturduğu bir yapı sistemidir. Yapının tüm dengesi, ağırlık ve karşı-ağırlıklar sayesinde sağlanmıştır. Tüm sistem, mimari koşullara ve sanatsal formlara uygun, konularını doğadan alan yontularla bezenmiştir. Gotik, dinsel inanç ile esinlenmiş, ulusal ya da yöresel tutkularla uyarılmış laik zanaatkârların ürünü olan yaygın bir kilise mimarisidir". Moore, Gotik’in anahtarını payandalarda bulur. Diğer uzmanlar farklı kuramlar sunarlar. Porter’a göre temel nitelik kemerli çatıdır. Phillips sivri kemerlerin tüm sistemin özü olduğunu ileri sürer. Gould için, en üstün değer taş çatılardadır. Oysa Lethaby, Gotik stilin özünü bu tür teknik özelliklerden çok, yapının genel Orta Çağ karakterinde bulmaktadır. Gotik Stili Kim Buldu ? Gotik’in nerede ve ne zaman başladığı konusunda mimarlık tarihçileri arasında büyük görüş farklılıkları vardır. Gotik stili yaratma onurunu kendi ülkelerine mal etmeyi arzulayan İngiliz yazarlar, ilk örneğin Durham’da 1100 yılları civarında ortaya çıktığını ileri sürmektedirler. Oysa ayrıcasız olarak tüm Fransız yazarlar, Gotik’in başlangıcının Paris ve çevresinde gerçekleştiğini savunmakta ve ilk Gotik anıtın, yapımına 1140 yılında başlanan Saint Denis Manastır Kilisesi olduğunu söylemektedirler. Çağdaş yazarların büyük çoğunluğu Fransız kuramını kabul etme eğilimindedirler. Porter, yeni stilin 1063 yılında Paris’te başladığını ve doruk noktasına 1120 yılında Amiens nefi (orta sahını) ile ulaştığını belirtir. "Roman and Medieval Art" (Roma ve Orta Çağ Sanatı) adlı kitabında Goodyear, Gotik stilin başlangıcı ve gelişmesi hakkında şunları dile getirir: "Gotik’in "erken", "orta" ve "geç" dönemleri olduğu belirtilir. Oysa, bu dönemler arasında kesin sınırların bulunmadığı bilinmelidir. Genel olarak XII. yüz yılda Gotik Fransa’da başlamıştır ve diğer ülkelerde XIII. yüz yıl öncesinde bu stile rastlanmaz. XIII. ve XIV. yüz yıllar Gotik stilin yetkinliğe ulaştığı dönemlerdir. XV. yüz yılda ise göreli olarak gerileme görülür. Hem Almanya ve hem de İngiltere’de Gotik XIII. yüz yılda ortaya çıkmıştır. Halbuki İtalya, Gotik’i asla tümüyle kabullenmemiştir. İngiltere, Gotik stilde en yoğun yerel ve ulusal uygulamaların yapıldığı ülkedir ve bu nedenle İngiltere’de Gotik’in ikinci el olarak, bir taklit biçiminde uygulandığı aşikârdır. Biçimsel güzellik ve genel çekicilik açısından İngiliz katedralleri diğer tüm ülkeler ile yarışabilirler; ancak Gotik’in ortaya çıkıp gelişmesi açısından öncelik Fransızlara ait olmuştur." Gothic Sanatı Nedir? Tüm sanat dallarında görülmekle birlikte Gotik daha çok bir mimarlık üslubudur. Avrupa’da Roman mimarlığından kaynaklanacak 12.yy ikinci yarısında ortaya çıkan Gotik Mimari, klasik mimarinin doğduğu 16.yy ortalarına kadar varlığını sürdürmüştür. Gotik kentlerle birlikte doğduğundan aynı zamanda bir kent üslubudur. 13.yy kilisenin kent ve kent yaşamı üzerinde büyük etkisi olmuştur. Bu nedenle Gotik üslup kiliselerle en güzel örneklerini vermiştir. Katedraller Gotik sanatının anıtsal bir ifadesi olmuştur. Şehirler arasında en mükemmel katedralle sahip olma gibi bir rekabet uyanmıştı. Bu eserler dini bir inançla tanrıya ulaşmak için büyük çabalarla yapılıyordu. Bunun yanı sıra bu dönemde Şark ve Bizans etkisinden uzak yeni bir sanat arayışı vardı. hayali şekillerden uzaklaşılarak tabiata ve hakikate yaklaşıldı. Tüm bu etkenler Gotik Mimarinin gelişmesini tetiklemiştir. 1400 yıllarında gotik mimarlığın en gelişmiş örnekleri Fransa’nın kuzey kesiminde Paris çevresinden Saint – Denis ve Chartres’ı da olarak, Champagne bölgesine kadar uzanan bölgede verilmiştir. Bu bölgede 12 ve 13. yy yapılan bir dizi katedralde Gotik mimarinin temel yenilikleri ortaya konulmuştur. Tam anlamıyla ilk Gotik yapı Fransa’daki Saint Denis ketedelidir. Oysa bu sıralarda diğer bölgelerde hala roman üslubu sürmekteydi. Roman mimarisinden kaynaklanan Gotik üslup bu mimariye tam anlamıyla ters düşer. Roman mimarisinde yapının ağırlığı duvarlara verilir; duvarlar kalın ve sağlam yapılırdı. Bundan dolayı kiliselerin içi karanlık olurdu. Bu durum da insanda bir denge, bir kütle duygusu uyandırırdı. Oysa Gotik yapılarda bu ağırlık direkter ve peyendelara yüklenmiştir. Direkten kemerlerle birbirine bağlanmış dıştan da başka kemerlerle desteklenmiştir. Bu özellikler insanda yapının gökyüzüne yükseldiği düşüncesini doğurur. Gotik üslubun büyük bir hızla gelişmesi, ortaçağ’ a özgü dinsel yapılara sivri kemeri getirmesi sayesinde olmuştur. Gotik mimarinin başlıca özelliği sivri kemer çaprazı kullanımıdır. Kırık kemer, destek kemer ve sivri kemerler oluşturmak için birleşen silmelerin kesiştiği noktalara oturtulan tonozlar bu üslubun belirgin özelliklerini oluşturur. Tonozların kullanımıyla hafif ve hareketli bir çatkı görünümündeki yapı iskeletleri hantallıktan kurtarılmıştır. Hem kesişen güç çizgileri arasındaki dengeyi göstermesi hem de sahnın ışık alımını kolaylaştırması bakımından tonozlar bu mimaride önemlidir. Gerçekten, artık birer destek olmaktan çıkan duvarlarda geniş pencereler açılmıştır. Duvar resimlerinin yerini içeriye renkli ve hafif bir ışığın süzülmesini sağlayan ve gökyüzünden yere yansıyan Tanrı bağışının simgesi sayılan vitneyler almıştır. Gotik mimaride hemen her zaman tepe noktasında bir açı oluşturan kırık kemer kullanılır. Git gide uzayacak, klasik oranların dışına çıkan ayaklar bazen silindir biçiminde ağır sütunlar halindedir. Bazen de bir araya toplanmış bir sütunlar demetini andıracak biçimde yontulmuşlardır. Bu mimari üslupta açıklıklar ve dikey çizgiler egemendir. Fransa’da farklı mekan ve kütleleri gruplayan Romanesk kiliselerin tersine Gotik mimarlık birleştirilmiş tek bir mekan anlayışına eğilim gösterir. Önceleri çok sade olan cephelerde, zamanla zengin süslemelerle bezenmiş geniş kapılar açılmış, çok sayıda heykel ve alçak kabartmalara yer verilmiştir. Bunlar adeta taşa aktarılmış, dinsel ya da din dışı görüntülerin sergilendiği gerçek birer yapıt niteliğindedir. Gene cepheler, kare ya da sekizgen kulelerle, bu kulelerde bütünün yukarı doğru yükselmesine katkıda bulunan küllah ya da oklarla süslüdür. Çok yönlü olan Gotik mimarlık kısa sürede gelişti, çeşitli dönem ve ülkelere göre, çoğu kez birbirinden farklı görünümler kazandı. Gotik üslubun Erken Gotik, Işınsal Gotik ve alevli gotik gibi dönemleri vardır. Bu dönemler her ülkede farklı tarihlerde ortaya çıkmış ve gelişmişti. İLK GOTİK ( Erken Gotik ) 12.yy sonlarında başlayarak bütün 13.yy boyunca süren ilk Gotik üsluptaki yapılar arasında önce ( 1150 ) Noyon, Loon, Notre – Dame ( Paris’te 1160’da ), Chartres ( 1195 – 1260 ) katedralleri sayılabilir. 1190’a doğru, bu yeni üslupta çalışan mimarlar, sanatlarının en üstün düzeylerine ulaştılar ve 1190 –1260 arasında Gotik sanat altın çağını yaşadı. Reims ( 1211 – 1481 ), Bourges, Bequvais, Amiens katedralleri bu dönemde yapıldı. Ardından Gotik üslup, Almanya’ya sıçradı ve orada yaygınlaştı. Bemberg, Limburg ve Magdeburg katedralleri yapıldı. Fransa’da ki en önemli klasik – gotik katedraller Chartres, Reims ve Amiens’dir. Notre Dame Katedrali (Göklerin Kraliçesi) kardinal makamı ve Fransa krallarının taç giyme yeri olması bakımından önemlidir. Yapıların boyutları büyüyünce kapılarının da bir sütun ya da orta ayakla iki parçaya ayrıldığı görülür. Bunların üstünde yer alan kemer, silmelerle süslenmiştir, kapı ya da pencerelerin yan dikmeleri ise duvardan tümüyle ayrılmış küçük sütunlarla süslüdür. Tonozun tepesinde boylamasına bir nervür bulunur. Gotik mimarlık İtalya’ya 12.yy da Citeoux rahipleri tarafından yasak kelimeürüldü. Bu rahipler çok sayıda manastırın (Fossenove, Casamari, Sen Galgano) yapımına ön ayak oldular. Söz konusu yapılarda üslup, son derece arı ve Fransa’da ki örneklerine yakındır. Ancak bunlar üslubun kural dışı örnekleri sayılır; çünkü çoğu zaman bu ülkede gotik üslup çok yaygın olan roman üslubu öğeleriyle çatışmıştır. Bu nedenle de bazen tutarsız, ama çoğunlukla özgün yapılar ortaya çıkmıştır. IŞILTILI GOTİK (PIRILTILI GOTİK) Mimarlık yapılarının yetkinliği gün geçtikçe yukarıya doğru yükselme kaygısıyla bozuldu ve erken gotik mimarisinin yerini pırıltılı gotik aldı. (1260 – 1380) 14. yy da yapılan dinsel yapılar gotik sanatının bu dönemde tam bir gelişme içinde olduğunu gösterir. Bu dönemde gotik mimari görkemli biçimlerden hiçbir şey yitirmeden, dinsel düşünceyle bağdaşabilecek zarifliğe ulaşmıştır. Işını gotik üslubunun temelde hiçbir değişiklik getirmediği, yalnızca ayrıntılarda büyük ölçüde ayrım gösterdiği söylenebilir. Artık açıklıklar özellikle de pencereler genişletilmiş, çapları büyütülmüştür. Ayrıca ayaklar da her birinin bir başlığı ve bir oturtması bulunun sütunlar demetine benzer biçimde yapılmaya başlanmıştır. Işıltılı gotik üslubunun en ilgi çekici örneği yapımına 1277 yılında başlanmış olan ve tonozunun yüksekliği 30m’ye ulaşan Strasbourg Katedrali’dir. Ayrıca Metz Katedrali’de bu dönem örneklerindendir. Pırıltılı gotiğe denk düşen “dikey üslup” un geliştiği İngiltere’de ise gotik mimarlık başlangıçta Fransız gotiğine yakındı. Ancak kısa sürede çok farklı esin kaynaklı ve son derece özgün yapıtlarla ondan ayrıldı. Sivri kemer oluşturan silmeler, destek kemerler, kaburgalı tonozlar, birer destek olmaktan çıkıp, süs niteliği kazandılar. ALEVLİ GOTİK 1380 – 1540 yılları arasında Avrupa gotik üslubu, yeni bir evrim daha geçirerek “alevli gotik” adını aldı. Yüksek gotiğin ortaya çıkışından itibaren Fransa’yı velze salgını, iç savaşlar ve İngiltere ile olan yüzyıl savaşları perişan etmiştir. Bu kötü durum ortadan kalkıp tekrar inşaat yapılmaya başlanınca mevcut katedral tipi yeniden ele alındı. Artık süs öğeleri mimariyi geride bırakmak ön plana geçmişti. Kısa süre sonra, kendilerini taştan danteller gibi saran çok sayıda heykel ve süslerin altında, yapılar neredeyse gözden silindi. Yani alevli denilen üslupta süsleme en önemli hale geldi ve tonozların üstü karmaşık bir nervürler ağıyla örtüldü. Aynı zamanda her kesişme noktası bir gül ya da yıldız bezekle bezendi. Alevli gotiğe geçişte yaşanan evrim özellikle İngiltere’de daha da belirginleşti. “Dikey üslup” un yerini “süslü üslup” aldı. Almanya’da ise güçlü ve gerçekçi bir heykelcilik anlayışı, Fransa’da ki yapıların ölçülülük ve zarifliğine ters düşen bir coşku ve zenginlik ortya konmasına yol açtı. (Noumburg, Bemberg, Freiburg katedralleri) İtalya’da da aynı üslupla 13. yy da yapılmış pek çok anıt vardır. Bunlardan en eskisi Assisi Kilisesi, en önemlisi de Milano Katedrali’dir. Bütün Avrupa’ya yayılan alevli gotik üslubunun en uç ve abartılı örnekleri İspanya’da verilmiştir. Örneğin San Pablo Kilisesi. Ayrıca İspanya’da Arap istilasına uğramış yerlerde “Mutejar” adı verilen bir üslupta oluşmuştur. Bu yörelerde gotik üslubun özelliklerine İslam mimarlık öğeleri karışmıştır. Portekiz’de ise Kral I. Manuel döneminde alevli gotik üslubu egzotik biçimler eklenerek daha da güçlenmiş ve “Manuel üslubu” denilen bir üsluba dönüşmüştür. Gotik Mimarlara Göre Bu Yeni Sanatın Gizleri Bu konuda da, çok sayıda farklı kuramlar mevcuttur ve pek aklı başında savların yanı sıra oldukça saçma olanlara da rastlanabilir. Lascelles, mimarların sivri kemerleri Nuh’un Gemisinden öğrendiklerini ileri sürmüştür. Stukeley, yeni yapı ilkelerinin Druid’lerin mağaralarını taklit etmeye çabalarken keşfedildiğini savunur. Ranking’e göre Gotik stil, temelde Gnostik bir karakter taşımaktadır. Christopher Wren, Gotik’in Araplardan alındığını söylemiştir. Findel’e göre, Gotik sanatı bulma onuru Cermen kökenli halklara aittir. Scott bu kurama katılmakta, ancak Fransa ve İngiltere’ye yayılmasını "Comacine Ustaları"na bağlamaktadır. Lewis, bu denli açık ve kesin ilkelerin ancak tek bir kişi tarafından oluşturulabileceğini düşünür ve Gotik sanatın keşfi onurunu Fransa kralı Şişman Louis’nin başbakanı Suger’e verir. Pownall, Gotik’in ağaç oymacılığından türediğini belirtir. Günümüz sanat tarihçilerinin genelde birleştikleri kuram, Gotik’in zamanla ve ustadan çırağa sözlü eğitim ile evrimleştiği, kaçınılmaz olarak dönemin mimari ve toplumsal koşullarından etkilendiği biçimindedir. Bu kurama Gould da şu sözlerle katılır: "Gotik, bir taklit ya da çalıntı değil, özgün bir stildir. Avrupa’nın çeşitli yörelerinde hemen hemen eşzamanlı olarak belirmiş ve zamanla gelişmiştir." Ayrıca Gothic Gotik, kendine has özelliği olan bir sanat anlayışı ve yazı şekli. Gotik yazılar ilk baskı denemelerinde denenmiş çoğunlukla Almanlar tarafından kullanılan bir yazı stilidir. Gotik sanatı 12. yüzyılın ikinci yarısında Romanik sanatının değişmesiyle, Latin sanatına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Mimaride ilk çıkış yeri Fransa diyenler varsa da Avrupa'nın çok yerinde aynı zamanda rastlanmış ve bütün Hıristiyan batı dünyasına yayılmıştır. Her ülke Gotik sanatında zevkine uygun değişiklikler yapmıştır. Avrupa'nın sanat merkezi kabul edilen İtalya'da ise pek tesiri görülmemiştir. İngiltere'de sütunları çoğaltan ve kubbenin altında onları yelpaze gibi açan bir dikey üslüba bağlıdır. İspanya'da Gotik sanatının Arap motifleriyle birleşmesinden meydana gelen müdeccer (mudejar) üslubu doğmuştur. Gotik sanatı Avrupa'nın kuzeyinde 16. yüzyılın başlangıcına kadar sürmüştür. Gotik sanatının mimarları, ağırlığın itme kuvvetini ve yönünü tesbit ederek, baskıyı kemerlere ve fil ayaklarına aktardılar. Böylece yapının tamamı dengeye faydalı olan elemanlara bağlandı. Ağırlığa tamamiyle hakim olan Gotik mimarisinde yapılar, sanki yükselerek uçuyormuş gibi bir his verir. Gotik tarzının önemli özelliği sivriliktir. Roma mimarisindeki yaygın kubbeler yerine, dilimli kubbeler, yuvarlak kemerler yerine, sivri ve birbirini kesen kemerler kullanılmıştır. Dini yapılarda aranan diğer bir husus ise büyüklük ve yücelik hissinin uyandırılmasıdır. Pencerelerin bol olması, pencere camlarının renkli olması, çatılardaki okumsu kuleler dikkati çeken diğer özelliklerdir. Gotik tarzı, yalnız mimarlıkta tesirli olmayıp; süs ve gündelik eşya resim ve yazıda heykelcilikte de etkili olmuştur. Gotik mimarlık ise daha ziyade katedral, kilise, manastır gibi dini yapılarda tesirini göstermiştir. Gotik mimarisinin başlıca eseri katedraldir. 13. yüzyılda toplum adeta bütün heyecanını ve zenginliğini katedral yapmaya ve süslemeye harcamıştır. Paris'te Notre Dame ve Amiens bunlardandır. alıntıdır