Orta Asya (İslam Öncesi) Türk Sanatı kategorisinde açılmış olan TAŞ ÇAĞI SANATI(Anadolu Sanatları) konusu , ...
Anadolu’da Eski Taş Çağı (M.Ö. 600.000-10.000) İnsanın düşünen hayvan olarak yavaş yavaş gelişmeye başladığı bu ilk uygarlık çağı Buzul Devri’ne rastlar ve onun dört bölümü ile orantılı olarak dört devreye ayrılır. Yarım milyon yılı aşan bu uzun süreç boyunca insan, henüz üretime geçmemiş olup, doğada buldukları ile geçinir. Erkek, hayvan avlayarak, kadın da bitki, böğürtlengiller ile küçük hayvanlar toplayarak geçimi sağlar. İnsanın medeniyet yolundaki ilk aşaması ateşin keşfedilmesidir. Bu büyük keşfin Eski Taş Devri’nin daha ilk evrelerinde, insanın alet kullanmaya başladığı zaman yapılmış olması gerektir. Alet olarak taştan tek ya da iki taraflı el baltası, uzun yaprak biçiminde bıçaklarla çalışıyorlardı. Eski Taş Devri sonlarına doğru, kemikten iğneler, mızrak uçları da kullanılmıştır. Üçüncü Buzul Devri’nde, insanın uygarlık yolunda en büyük aşaması, iki çakmak taşının birbiriyle sürtülmesinden meydana gelen ateşin keşfidir. Üçüncü ve dördüncü buzul devrinde, taştan, fildişinden heykelcikler ve mağaralarda da çok başarılı duvar resimleri yapılmıştır. Buzul çağında bazı bölgelerde, mezarlarda ölünün yanında bulunan yiyeceklerden de, hayatın ölümden sonra devam ettiğine inanıldığı anlaşılmaktadır. Antalya çevresindeki Karain, Beldibi ve Belbaşı mağaraları, Eski Taş Devri’nin sonlarında kullanılmışlardı. Anadolu’da Orta Taş Çağı (M.Ö. 10.000-8.000) Taştan aletler bu devirde daha çeşitli ve daha kullanışlı şekiller gösterir. Köpek ilk evcil hayvan olarak görülür. Devrin sonuna doğru gıda birikimine başlanmaktadır. Anadolu’da Yeni Taş Çağı (M.Ö. 8.000-5.500) Yukarıda söylediğimiz gibi insanoğlu iki ayak üzerinde dolaşmaya başladığı, aşağı yukarı bugünkü fiziksel yeteneklerine ulaştığı halde uygar denebilecek duruma ancak on bin yıl ön ce (M.Ö. 8.000 sıralarında), yerleşik olduktan sonra erişmiştir. Dünyanın birçok yerinde bu çağdan kalma küçük yerleşmeler gün ışığına çıkarılmıştır. Bunlardan en ileri düzeyde olan beşi Anadolu’daki Çayönü, Çatalhöyük, Hacılar, Norşuntepe ve Köşk Höyük yerleşmeleridir. Halet Çambel, Robert J. Braidwood ve onların ardından Mehmet Özdoğan’ın Wulf Schirmer’le Diyarbakır yöresinde kazdıkları Çayönü yerleşmesi, C 14 (radyokarbon on dört) sonuçlarına göre M.Ö. 7250-6750 yılları arasına tarihlenmektedir. Yerleşmenin ortasında bir meydan ve onun çevresinde dikdörtgen anıtsal yapılar ve evler yer almaktadır. Binaların alt bölümleri taştan, üstleri ker**ten inşa edilmişti. Çayönü yerleşmesinde oturanlar Anadolu’nun en eski çiftçileridir. Buğday yetiştirmesini, onu hasat etmesini ve öğütmesini biliyorlardı. Bunu, ele geçen aletler kanıtlamaktadır. Tarımın yanısıra hayvancılıktan da yararlanıyorlardı. Sofralarında koyun ve keçi eti bulunuyordu. Köpek ilk evcil hayvandı. Kadın heykelciklerı ana tanrıçaya daha bu dönemde tapıldığına işaret etmektedir James Mellaart tarafından gün yüzüne çıkarılan Burdur civarındaki I- yerleşmesi, radyokarbon 14 ölçümlerine göre M.Ö. 7040 sıralarında meydana gelmişti. Burada yapılan kazılar sonucunda evlerde buğday, arpa ve mercimek, ayrıca keçi, koyun ve büyük baş hayvan kalıntıları bulunmuştur. Biricik evcil hayvan olarak daha Orta Taş Devri’nde ehlileştirilmiş olan köpek görülmektedir. Konya yakınındaki Çatalhöyük yerleşmesinde ise M.Ö. 6500-5500 yılları arasında bin yıl süreyle, yeryüzünün ilk parlak uygarlığı böylece gelişmiş, eşsiz güzellikte sanat eserleri yaratılmıştır. En büyük başarılar arasında evlerin duvarlarını süsleyen renkli kabartmalarla renkli freskler gelmektedir. Tasvirler arasında av, dans sahneleri, çeşitli insan ve hayvan resimleri yer almaktadır. Fresklerden bir tanesi tarihin en eski manzara resmi olup bir yanardağı, belki de civardaki Hasan Dağı patlama sırasında tasvir etmektedir. Çoğunlukla dört, beş ev bir grup oluşturuyor ve bunların arasında bir tapınak odası bulunuyordu. Düşman saldırılarını önlemek için, sokakları olmayan bu yerleşmenin evlerinin duvarları ker**tendi, kapıları yoktu, herkes evine taşınabilir ağaç merdivenlerle damdan giriyordu. Duvarların en üst kısmında, çatıya yakın yerlerinde hava ve ışık için küçük deliklerden ibaret pencereler vardı. Her odada, ker**ten yapılmış sedirler bulunuyor, bunların üstüne oturuluyor, öteberi konuyor, ayrıca yatmak için döşekler serilebiliyordu. Bu ker** sedirlerin içine etleri güneşte kurutulmuş ölüler gömülüyordu, ölülerin yanına güzel he iyeler bırakılıyordu. Böyle bir mezarda bulunan obsidyenden yontularak yapılmış ayna, şimdi Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ndedir. Yukarıda sözü edilen tapınak odasının duvarlarında ve sedirlerinin kenarlarında boğa başları ya da boynuzları gömülü bulunuyordu. Böylece bu devirde tarımın başlaması ile boğalara tapma inancının ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Yeni Taş Devri’nde olduğu gibi daha sonraki Anadolu için de öküz ve boğa, yalnız doğa gücünün ve çoğalımın bir sembolü değil, ayrıca toprağın sürülmesinde gördüğü büyük iş bakımından tarımın da başlıca etkeniydi. Bununla birlikte Yeni Taş Devri Anadolusu’nda asıl tapılan varlık, sonraları tarihi devirlerde tanrı ana adını taşıyan, insan için bereket ve çoğalımın sembolü olan tanrıdır. Hacılar’da ve Çatalhöyük yapılan kazılarda tanrı ananın yüzlerce heykelciği bulunmuştur . Tanrı ana, daima çıplak olarak çeşitli şekillerde, yatmış, çömelmiş, uzanmış durumlarda ve özellikle doğum yapma sırasında tasvir edilmiştir. Tanrı ananın doğum yapma haliyle çok sık tasvir edilmiş olması, ona, özellikle insanlığın devamlılığını sağlayan, bereket ve çoğalımın sembolü olarak tapıldığını anlatmaktadır Çıplak tasvir edilmiş kadın heykeline Yeni Taş Devri’nde, birçok Akdeniz ve Yakındoğu ülkelerinde rastlanması, ana tanrıçanın yeryüzünün bu bölgelerinde egemen olduğuna işaret etmektedir. Anadolu Kültür Tarihi-Ekrem Akurgal-TÜBİTAK Yayınları