Tualim.net
>
Sanat Tarihi
>
Çağdaş Sanat
>
Avangard
Avangardın Tanımı
Nickiniz
Beni hatırla
Şifreniz
Kayıt ol
Yardım
Topluluk
Ajanda
Sosyal Linkler
Üye Listesi
Seçilene git...
Avangardın Tanımı
Avangard
kategorisinde açılmış olan
Avangardın Tanımı
konusu , ...
Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Avangardın Tanımı
Konudaki Cevap Sayısı
0
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
Görüntülenme Sayısı
4121
LinkBack
Seçenekler
Stil
30.03.09, 01:16
#
1
Kullanıcı Profili
Tualim
YÖNETİCİ
Tualim.Net
Tualim
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Feb 2009
Üye No: 2
Mesajlar: 1.665
Konular: 1221
Bulunduğu yer: İstanbul
Avangardın Tanımı
Avangardın Tanımı
Avangard
kavram olarak askeri bir terim; bir ordunun, bir birliğin öncü kolu anlamına geliyor.
1830-1840’ların ütopyalar döneminde siyaset diline girerek, köklü dönüşümlerin bayraktarları
anlamında kullanılıyor. 1789 Devrimi’nin evrensel, sınırsız vaatlerinin anlamlandırılmaya
çabalandığı, siyasal imgelemin hudut tanımadığı bu havai dönemde canlanıyor. Sonrasında ise
insanlığın hülyalarını, tarihin menzilini ve modernliğin düşünsel ortamının hazırlayan kimi
düşünürlerin ütopik hedefini temsil eden bir pozisyonu niteliyor. Günümüzde ise her türden
yenilikçi, öncü sanatsal hareket
avangard
olarak anılıyor.
‘
Avangard
’ terimi, SaintSimon yada Fourier’i izleyen Lavendant gibi sosyalist ütopyaları
sanatla yaymayı amaçlayan teorisyenler ve eleştirmenlerce toplumun en ileri toplumsal
eğilimlerini bildiren bir sanat fikri olarak ortaya atılır. Buna göre, sanatın öncülük misyonunu
yerine getirip getirmediği ya da sanatçının gerçekten
avangard
olup olmadığı, insanlığın
nereye gittiğine bakılarak anlaşılabilir. Bu süreçte sanat, ondan yaralanmayı amaçlayan
siyaset erbabınca öylesine yüceltilir ki adeta seküler bir kült havasına bürünür. Ancak tüm bu
ütopik girişimler 1848 Paris’inde devrimden oldukça umutlu olan işçilerin yaşadığı hayal
kırıklığıyla sona erer. Sanatın ahlaktan ve faydadan ayrılamayacağını savlayan Baudelaire bu
düş kırıklığının ardından radikal bir hamleyle “faydacılık sanatın en beter düşmanıdır.”
diyecektir.
1848’deki düş kırıklığını ardından Baudelaire’ın uyandırdığı özerkleşme tutkusuna kapılan
sanat ve edebiyat sadece geleneğinden değil, çağdaş ahlak, bilim ve siyaset söylemlerinden ve
popüler kültürden kendini yalıtır. Yalıtmakla kalmaz, hepsine ve dile getirdikleri burjuva
zihniyetine düşman olur. “İyi”,”doğru”, “güzel” artık onun sorunu değildir, tersine
metropolün “kötü”, “sahte”, “çirkin” temsilleri üzerinden bir “karşıestetik” inşa eder. Sanat
artık herhangi bir hakikati, değeri veya savı, doğayı veya tanrıyı temsil etmez, sadece
kendisini temsil eder. Sanat hayattan kopmuştur. Kendine özgü bir iktidar peşindedir.
Sanat, düşünsel özerkleşmesinin yanı sıra, toplumsal işbölümü içindeki sınırlarını yeniden
tanımlar. Aristokrasiden kalma ilişkilerden ve klasist zanaat geleneğinden arınır. 1648’den
itibaren sarayın ve kilisenin sanat üzerindeki egemenliğini yürüten Akademi, 19. yüzyılda
artık gücünü ve işlevini yitirmiştir. Zamanla kamuya açık hale gelen Salon sergileri
laçkalaşarak eski önemini yitirecektir. Kadim himaye sistemi yerini modern sanat piyasasına,
salonlar galerilere, toplu/resmi sergiler de kişisel/özel sergilere terk etmektedir. Böylelikle
sanat, modernist dönüşümüyle birlikte olabildiğince kurumsallaşmıştır.
Avangard
incelemelerinin çoğu aynı tarihsel şemayı izlemektedir: Avangardizm 1848
öncesinde Romantizm’in isyanıyla perdahlanır. Politik ve sanatsal ilericilik anlamında
‘
avangard
’ Courbet ile zirvesine erişir. Ancak “modern
avangard
” genellikle 1868’de Manet
ile başlatılır. Bu çoğu düşünüre göre, avangardın ikinci evresi kabul edilir. Sanat ve edebiyatta
topluma ve kendi kendine yabancılaşma, Manet ve çağdaşları sayılabilecek Baudelaire ve
Flaubert’e özgüdür. Onlar için burjuva içinde varoluşları son derece sorunludur. Onları sadece
mevcut toplumsal ve sanatsal kurumlardan yalıtmakla kalmaz, için için derin ikilemlere
sürükler. 1920’lerdeki kırılma ise; ne başlangıçta olduğu gibi burjuvaya, ne 1848 öncesindeki
gibi topluma yönlendirilmiş bir başkaldırıdır. Başkaldırının odağında sanatın kendisi yer
almaktadır ve dolayısıyla onunla ilişkilendirilen tüm kurumlar aynı yıkımın bir parçası gibi
görünmektedir. 1960 sonrasında ‘tarihsel
avangard
’ olarak nitelenen Dada ve
Gerçeküstücülüğü referans alan pek çok sanatsal hareket ise ‘neo’ ya da ‘postavangard olarak anılmakta
Öte yandan Avangardizm sıklıkla Modernizm ile ele alınır. Öyle ki modern sanat tarihi,
avangardizm ve modernizmi, sosyal ve siyasal formasyonlardan arındırır ve formların
tarihinden oluşan anlatılarına eklemler. Buna göre sürekli birbirini aşarak ilerleyen bir formlar
tarihinden söz edilmektedir. Başlangıçta toplumun kat edeceği yolu ima eden
avangard
sanat;
Manet sonrası dönemde formların güzergahını çağrıştırır. Bu dönemden başlayarak tarihçiler ,
sanatı
hayattan, gerçeklikten, temsillerden ve retorikten arındırır. En başta da siyasetten söker.
Peter Bürger’in iki dünya savaşı arasındaki süreçte beliren tarihsel avangardist oluşumlar olan
Dada ve Sürrealizm’den sonraki avangardist hareketleri sorunlu bulmasının sebeplerinden biri
de budur. Greenberg’in tasarladığı “modernist
avangard
”, topluma yabancılaşan sanatın kendi
mecrasına kapandığı , “saf” ve “soyut” bir formalizmi öngörür. Oysa,
avangard
modernizmin
öngördüğü özerkleşme/kurumsallaşma çizgisine meydan okur. Bu çizgiyi izleyen tarihleri,
onlardaki zaman mantığını teşhir eder.
Günümüzde
avangard
nedir ve ne anlama gelir?
Günümüzdeki avangardist oluşumları değerlendirirken, üretim ilişkilerindeki radikal
değişimleri ve sanat nesnesinin statüsünü belirleyen ekonomik alt yapıları da dikkatli bir
biçimde gözden geçirmek gerekiyor. Geç kapitalist süreçte çokuluslu şirketlerin tüketim
kültürünü doğrudan yönlendiren aygıtlar olarak, sanatın mübadele değerini de belirledikleri
görülüyor. Bu da sanata bağlı iş kollarının, mesleklerin ve kurumların yeniden tarif edilmesini
içermekte.
Avangard
’ın ömrünü iki dünya savaşı arasına konumlandıran Peter Bürger, bu dönem
boyunca tarihsel avangardın düşlerini gerçekleştirmeyi başaramadığından ve sonunda
savaştığı kurumlara yenik düştüğünden sözetmekte ve günümüzdeki
avangard
oluşumlarınsa
sadece avangardın şoke etme, şaşırtma ve skandal yaratma tekniklerini kullandığını
savlamaktadır. Dahası, sanatın mevcut toplum içerisinde hayat pratiğine dahil edilmesi
iddiası, avangardist amaçların başarısızlığa uğramasından sonra artık ciddiyetle ortaya
atılamaz. Bugün bir sanatçı bir soba borusunu sergiye gönderdiğinde, Duchamp’ın hazır
nesnelerinin sahip olduğu isyan yoğunluğuna hiçbir şekilde ulaşamaz. Aksine, Duchamp’ın
Pisuar’ı (müze ve sergi gibi özgül örgütlenme biçimleriyle birlikte) sanat kurumunun yıkımını
hedeflerken, soba borusunu “bulan kişi” eser’inin müzeye girmesini talep eder. Böylelikle
avangardist isyan tersine çevrilmiş olur.
Bürger’e göre; daha kusursuz bir biçimde tasarlanıp gerçekleştirilseler bile, happening’ler,
dadaist gösterilerin isyan değerine artık ulaşamamaktadırlar. Bunun nedenlerinden biri;
avangardistlerin başvurduğu etki araçlarının şoke etme etkisini kaybetmesidir.
1960’lı yıllardaki avangardist çıkışların karakteristiklerinden belki de en önemlisi
kurumsallaşmış sanata, müzelere ve galerilere, eleştirel akademik beğeni hiyerarşilerine, sanat
eserlerinin sınırları çizilmiş teşhir nesneleri olarak kutsanmasına karşı başlattığı saldırıydı.
Özerk, kurumsallaşmış sanata yönelik bu saldırı yeni değildi. Peter Bürger’in
Avangard
Kuramı
’nda dile getirdiği gibi bu saldırı Estetizm’i reddedişiyle 1920’li yılların tarihsel
avangardıyla boy göstermişti. Bu bağlamda 1960’lı yıllarda Dada ve Gerçeküstücü
hareketlere ve özellikle Marcel Duchamp’ın eserlerine duyulan ilginin yeniden canlanmış
olduğuna dikkat çekmek gerekir.1960’lı yıllarda sanat ve gündelik hayat arasındaki engelleri
ortadan kaldırmaya sanatın bir müzedeki üstnesne haline gelmesine direnmeye yönelik
1920’lerdekine benzer ve belki de daha aşırı girişimlere tanık olmaktayız.. Ne ki; neo
avangardist sanatçıların antisanat girişimi, nesneleştirilmesi ve **laştırılması olanaksız
geçici bir tecrübenin vurgulanması yoluyla süreğen bir sanat nesnesi nosyonunu reddetme
girişimi bile bu sanatçıların eserlerinin fotoğrafları, filmleri, kitapları ve sergileri aracılığıyla
kısa sürede sanat kurumlarına dönebilecek bir yol bulmuştur.
Sharon Zukin, sanatın burjuvaziyi şoke etmek şöyle dursun, burjuvanın estetik vizyonu haline
geldiğini ifade ediyordu. Bu durumun, ufku geniş yenilikçiler yerine bir uygulayıcılar
kuşağının yükselmesine yol açtığını ve sanatın giderek daha seçkinci, daha “profesyonel” ve
“demokratik” hale geldiğini ileri sürüyordu. Belki de buradaki demokrasi “paranın ve
mübadele değerinin demokrasi”siydi. El değiştirir ve talep edilir olmanın seçkinci statüsüydü.
Zukin, sanat piyasasının genişlemesine ve özellikle metropolitan merkezlerde ücret karşılığı
çalışan sanatçıların ve sektörün yan kollarındaki mesleklerin sayısında artışa ilave olarak,
sanatın büyük şirketler ve devlet tarafından bir halkla ilişkiler vasıtası olarak kullanılmasından
söz ederken, sanatçının rolünün de radikal bir biçimde değiştiğini belirtmektedir. Bu süreçte
beliren yeni sanatçı tipi eskisi gibi lanetli, asi, serkeş, hayalperest, anarşist değildir. Sanat
işleriyle, sanat yönetimine ait işler birbirine karışır. Sanatçılar kurumların düşmanı değil,
sorumluları olurlar, akademik mevkilere, sanat işletmelerindeki idari mevkilere kayarlar.
Öte yandan kapitalizm ile birlikte kültürleşme sürecine dahil edilen **lar, kullanım
değerinden çok estetik nitelikleriyle anılır hale gelmiştir. Bu doygunluk kültürel tartışmalara
dalmış solculardansa, tüm kurumlarıyla
sanatı
yönetmeye talip olan kapitalistlerce tanımlanır.
Sanat hiç olmadığı kadar güçlü bir tarzda yönetilir ve boyun eğmeye mahkum edilir. Eleştirel,
sorgulayıcı, tartışmacı geleneği tüketilir. Foster, Huyssen gibi kuramcılar, avangardın
günümüzde eylemleriyle olmasa da eleştirel kuram içinde ve radikal retorikte sürdüğünü ileri
sürmektedirler. Habermas ise, neokonservatiflerin kapitalist modernizasyonu
yoğunlaştırırken, kültürel modernizmi mahkum ettiklerini ifade eder. Böylece sanat, hayattan
koparılmış, uzmanların yönettiği özerk alanlara hapsedilerek siyasetten arındırılmıştır.
Günümüzde modernizmin açmazlarını sorgulayan ve nesnesiz sanat fikrinden hareket eden bir
dizi oluşum, sanat pazarını yönlendiren dev şirketlerin hegemonyasına boyun eğmeye
zorlanmakta ve bir kurum olarak
sanatı
ve sistemi eleştiren en ayrıksı uygulamalar bile sistem
tarafından soğurulmaktadır. Doğrudan sistemin işleyişini sorgulayan Haacke gibi sanatçıların
işleri bile patronlarca yüksek bedellere satın alınarak kültürleştirilme tuzağına boyun eğiyor.
Avangard
bir biçimde sözünü söyleyip aradan çekilmek zorunda kalan parodik bir eyleme
dönüşmüş gibi.
Avantgardizm politik bir tavrı mutlaka barındırır mı? Barındırmadığı durumda yine
avangart denilebilir mi?
Avangard
, sanatın kurumsallaştırılmasına karşı bir saldırıdır. Özerkleşmenin terk edilerek,
sanatın yeniden hayata sindirilmesi mücadelesidir. Gerçek hayata müdahale ederek, hayatın
devrimci bir biçimde yeniden örgütlenişidir.
Avangard
, estetik hazlar yaratacak gösterişli
nesneler aracılığıyla uzlaştırıcı bir işlev yüklenmekten ziyade, uzlaşıyı hepten reddeden,
bilindik kalıpları, anlayışları aşındıran bir anlayışı temsil eder. Dolayısıyla
avangard
deneyim,
nesne arzusuyla ilintili değil, nesneler ya da durumlar üzerinden sanatın bizzat kendisinin
sorgulanmasıdır. Böylece hayatla yabancılaşan sanat da sorgulanır.
Avangard
,
sanatı
hayatla ilişkilendirirken, geçerli siyasi ahlaki tasavvurlar doğrultusunda bir
angajmanı kabul etmez. Ütopyaların öngördüğü, toplumsal ilerlemenin öncülüğü gibi bir rolü
üstlenmez. Sorun, sanatın toplumsal faydası (realizm) veya bunun reddedilmesi (estetizm);
sanatın angaje veya özerk olması değil, sanatın ta kendisidir. Onun toplumsal işleyişi,
kavrayışıdır. Avangardın birincil hedefi içinde yer aldığı sanat kurumunu yok etmektir. Çünkü
sanatı
hayata yasaklayan bu kurumdur. Sanat ancak bağlı olduğu kurumdan kurtularak
özgürleşebilir. Bu devrimi yapabilmesinin yegane yolu ise siyasetin yedeğinde olması değil,
bizzat kendisi siyasallaşarak yol almasıdır.
Günümüzde ilerici olmasa da yenilikçi yaklaşımları
avangard
olarak niteleme eğilimi
hakimdir. Gerçekte avangardist hareketlerle birlikte, farklı teknik ve stillerin bir arada
varolduğu eşzamanlı bir görünüş ortaya çıktığı için, bu eşzamanlılıktan dolayı hiçbir sanatsal
hareket bir diğerinden daha ileri bir hareket olduğunu iddia edemeyecektir
.
Doğrudan sisteme
angaje olmuş ya da bir biçimde onu olumlayan hareketleri
avangard
olarak nitelemek yanlış
bir kategorileştirme olsa da, bu yaygın kullanımın önüne geçmek de o denli güç. Kavram
olarak
avangard
, günümüzde her türden öncü ve yenilikçi sanatsal önerme için kullanılmakta.
Bu önermelerin pek çoğu politik bir dolayıma dayansa da,
sanatı
yöneten zihniyeti aşındıracak
bir güce erişemiyor.
Verili ve dolaşımda olan sanat anlayışının ihlali olarak
avangard
, kültür endrüstrisinin
sınırları ve hegomanyası dikkate alındığında ne kadar, nasıl mümkündür ve sanatın
kendisine ne katabilir?
Kültür endüstrisinin sınırları ve hegemonyasından kaçış yolu yok gibi. ‘Yeni’olarak sunulan
da sistemin zorunlu bir suretini ifade ediyor. ** toplumu ancak üretilen mallar satıldığı
takdirde varolabileceği için, alıcıları daima, ürünlerin yeniliğiyle cezp etmek gerekir. Adorno
sanatın bu zorunluluğa boyun eğdiğini düşünür; bundan ötürü de toplumu yöneten yasaya
ayak uydurmanın, o topluma karşı çıkma işareti olduğunu öne sürer. Sanatın kendi özüne
yabancılaşmaması için, kendini sistemden ayrı bir noktada tanımlaması gerekir, ancak bu
mümkün değilse, sistemin işleyişini kurcalayarak, ondaki arızaları göstermek gerekiyor. Bu
sanatçının, kimi toplumsal ve kültürel bağlamlardan bağımsız **forlar üretmesi istemi
değil, üretim aygıtlarının önüne geçilmesi güç bir işleyişle ilerlediği bir çağda, yine aynı
aygıtları sistemin aleyhine kullanarak, toplumsalı daha güçlü ve içten kavrayarak
dönüştürmenin bir yoludur.
20. yüzyılla birlikte avangardın öldüğü iddia edildi. Bu görüşe katılıyor musunuz?
Bu soruya yukarıda uzun uzadıya değindim sanıyorum…
Avangard
Modernizm’le koşut değerlendirilirse, Modernizm sonrası ve
Postmodernizm düşünüldüğünde “postavangart” tanımı yapılabilir mi?
Birbirinden ayrıldıkları dönemsel koşullar itibariyle zaten böyle bir tanımlama var. Neo
avangard
hatta transavangard gibi adlandırmalar da kullanılmakta.
Türkiye’de avangart duruşlardan söz edilebilir mi? Özellikle Türk resmi dahilinde
avangard
olarak nitelenebilecek yaşayan/yaşamayan isimler sizce kimdir?
Türkiye’deki sanat ortamının biçimlenişine bakıldığında, dönem dönem Batı etkisinde farklı
kırılmalar yaşandığı gözlenir. Ancak bu kırılmalar çoğu zaman Batı’nın tükettiği biçimsel
yönelimlerin gecikmeli bir yinelemesi gibidir. Belki de bu yüzden yenilikçi pek çok hareket
kendi önceli olan bir stil ve düşünsel bir arka plana yönelemez, onu dışlayamaz. Salt biçimsel
bir ayrımlaşma olarak özümsenir. Ne ki, avangardın kendi içindeki evrimi, sanat kurumunu
var eden ilişkilerin tümden yıkımına dayalıdır. Böylesi bir belleğin yokluğu bile avangardın
sahici biçimde gerçekleşmesini engeller. Dolayısıyla avangardı coğrafi ve yerel bir olgu
olarak değerlendirmek oldukça riskli.
Ancak avangardı salt yenilikçi ve öncü bir girişim olarak ele alırsak, özellikle 1970
sonrasında Türkiye’de yenilikçi eğilimlere yönelen bir kuşaktan söz etmek mümkün. Bugün
içinse pek çok genç sanatçı alternatif arayışlarıyla gündeme gelmekte. Üstelik bu isimlerden
bazıları küresel dolaşıma bile çıkmış durumda. Ancak bu bağlamda,
Türk avangardı
ya da
Türk avangardları
deyimlerini biraz zorlama ve sıkıntılı bulduğumu belirtmem gerekiyor.
Avangardın evrensel ölçekte bir pozisyon olduğunu düşünüyorum.
Rıfat ŞAHİNER
(Sanatçıakademisyen)
alıntı
__________________
T
U
A
L
İ
M
Bookmarks
Google
Etiketler
avangardın
,
tanımı
«
önceki Konu
|
sonraki Konu
»
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor.
(0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
Seçenekler
Yazdırılabilir şekli göster
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Stil
Normal
Hybrid-Şeklinde gösterime geç
Ağaç şeklinde gösterime geç
Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz
Yok
Cevap Yazma Yetkiniz
Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz
Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz
Yok
BB code
is
Açık
Smileler
Açık
[IMG]
Kodları
Açık
HTML-Kodu
Kapalı
Trackbacks
are
Açık
Pingbacks
are
Açık
Refbacks
are
Açık
Forum Rules
Benzer Konular
Konu
Konuyu Başlatan
Forum
Cevaplar
Son Mesaj
Şeytan Nedir - Şeytan Tanımı - Mitolojide Şeytan - İslamda Şeytan
Gökkuşağı
Mitoloji / Mitoloji Tarihi / Mitolojik Kahramanlar ve Karakterler
0
22.11.12
02:22
Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman:
06:51
.
Bize Yazin
-
Tualim.Net
-
Arşiv
-
Yukarı git
Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.6.0 RC 2
Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.
LinkBack
LinkBack URL
About LinkBacks
Bookmark & Share
Digg this Thread!
Add Thread to del.icio.us
Bookmark in Technorati
Tweet this thread
Share on Facebook
Spurl this Thread!