![]() |
Ali Püsküllüoğlu Şiirleri
Albatros
Albatros, sana bu şarkiyi o kiyilardan getirdim hani öldügün çigdemlerin dünyamiza sökün ettigi o korkusuz baharda. Hani o gökyüzünün korkunç güzelligiyle şarkilar söyledigimiz koşup koşup da bir türlü ulaşamadigimiz o dünya. Agladigimiz ya da küfrettigimiz ya da şişmanladigimiz hani o güvercinlere o çaylaklara o bahçe dolusu karanfillere, hiçbir zaman bizim olmayacak taylar için sevindigimiz denizin ortasinda bitirdigimiz o kavgali günlerde. Albatros, seni andikça koşu atlari gibi ürkegim öyle hani o akşamlari düşünüyorum o hiç bitmeyecek geceleri, o aptalligimizi o sarişin kizlari o gelmeyecek hani ansizin bir köşe başinda rastlantilar gibi. Albatros, seni biliyorum, ölüm akşamlarinin yalnizligisin koltuguna alip bohçasini kaçan kizlarin sevgililerine benzer; hani o buz tutmuş denizlerin o buzullar çaginin o anlatimsiz sevgiye de yakin kine de yaşama da yakin ölüme de derler işte o günlerin, işte o kimsesizliklerin, işte o yenilgilerin aç bir saldirganlikla gece kapilarini zorlayan; hani al parmakli, hep düşlerimizde gördügümüz ama bilmedigimiz ama küçücük avuçlariyla bizi atlar gibi sulayan. Albatros, bize güneşi sattilar, oysa bizim güneşimiz vardi eskiden hani o, daha çok, mevsimlerde soyunan yilanlar gibi olmaliydik; isteklerimiz yendi bizi, karaya vurduk/zonkluyor başimiz, bizden en son bir atilimdir akşamlari inen karanlik. Savaşan ellerimiz bizim, pişmanliklara karşi ve kinlere kararmakta derilerimiz her gördügümüz gün en güzel şeyi. Hani çirkinligimizi söylesek ya koyu bir sikilganlikla; ama ezilmiş ellerimizi kime göstersek şimdi. Albatros, kime göstersek şimdi yaralarimizi, korkunç ve irinli yumuk gözlerle al kisraklara dogru koşan atlarimiz gemsiz. Hani gecenin hangi saati bilinmez/kapilarimiz vurulur ya, bir ürperişle, kisik aydinlikta dururken tenha evimiz. ey bir ürperişle gönlümüzü çelen, bizi yalnizligina götüren sana bu şiiri denizin köpüklerinden alip getirdim, o kadar kötü de degil sevgiye ve yalnizliga siginişim albatros, ölüm kuşum/kutsal çirkinligim benim... Ali Püsküllüoğlu |
Aldanışın Şiiri
Aldanışın Şiiri
Yana yana ışıgına geldim Isıtmadın beni sevdigim Beni almadın uzandıgın engine Deniz olsam da ırmak olsam da Yansam da bir senin ateşine Sabahları düşen çiy tanesi Akşamları esen serin rüzgâr Hep aynı havada yaslı şarkılar Ben seni neşede aradım yoksun Gecenin içinde de yoksun gündüzde de Agaç dallarında aradım Gün ışıgında aradım orda da yoksun Bu gece Ay'i parçalanmış gördüm Sarı bir Ay'dı sonra beyazdı Koştum sen misin diyerek Vardım baktım sen misin diyerek Nerdesin nerdesin diyerek Yana yana ışıgına geldim Başladım yarım kaldı şiirlerim Ne ak ne kara titrek ellerim Sana uzanır sessizlik içinde... Ali Püsküllüoğlu |
Anı
Anı
Oglumla kıra gitmiştim, küçücük adımlarıyla çayırlarin üstünde koşmak istiyordu ve düşüyordu. Bir kurbaga sıçrayıverdi önünde: Hiç görmemişti, korktu. Bir agaç vardı, tırmanmak istedi. Bir hendegi atlamak istedi, bir taşı yerden sökmek. Koştu koştu koştu sonra yakalamak istiyordu bir serçeyi. Apartmanın üçüncü katında, elli santim var yok daracık ama upuzun bir balkonda Gökyüzünü, apartmanların çatılarını, uzaktaki agaçsız birkaç tepeyi göre göre büyüyordu işte, kentli bir çocuk olarak. O gün kırda çıldırdı sanki, ne yapacagını bilemiyordu sevinçten. Önceki gün yagmur yagmıştı, patlamıştı bütün otlar yuvarlanıp durdu yemyeşil oldu üstü. Kahkahalarını görmeliydiniz, nasıl da çıglıklar atıyordu. "Koş baba, koş!" diyordu, koşarken bir kelebegin incecik, renkli kanatları ardında... Ali Püsküllüoğlu |
Arkadaş
Arkadaş
Arkadaş, iyi bir günü Sakla kötü günlere Iyi bir dostu da öyle Güleç bir yüzü de sakla Sakla yigitligi korkaklıgı sevgiyi Kini sakın saklama Agaç dik, sula çiçekleri Çocukları görünce gülsün gözlerinin içi Üç günlük dünya De, bagışla herkesi Söz götüreni, söz getireni Kalleşi hayini sakın bagışlama Arkadaş, ezberle ya da yaz bir yana Otogarlarda, istasyonlarda Ayrılık sözlerini Hastanelerde, mapusanelerde Söylenen türküleri Ezberle ve sakın unutma... Ali Püsküllüoğlu |
Baba
Baba
Yalnızlığımdır hep bıçakların kestiği Akşam çayında galetalarla yenen Koyu atlar götürür terkisinde Ne kadar kaçkın varsa evden Uykumdur sokaklarda sürünür Ya da düşer bir kadının elinden Yorgunluğumdur daha çok aşk Gelip gider o şehrin gemilerinden Esmerdir akşamlarda babam Çok esmer güler resimlerden O kadar yakın bilmediğim Ölüme çok uzak günlerinden Ellerimdir dalgınlığında hep Hep bardaklarda, sular dururken Sürahilerde - akşam vakitleri Akşam çayına gelmiyen Bir baba, aydınlıksız odalarda Çok esmer güler resimlerinden... Ali Püsküllüoğlu |
Bu Göge, Yldızlara
Bu Göge, Yldızlara
Irmak, bir kıvrım daha atıyor Ovada, yoluna; İncecik bir sögüt, bir çıtkırıldım kavak! Kıyı, alıyor gönlünü onun İpek bir yumuşaklıkla öperek. Bir ekin tarlasında Tek ayak üstünde bir leylek Çıkarmış gömlegini, güneşlenen Bir delikanlı sanki Ve bir denizkabugunda bütün deniz. Mavi işte mevsim Çocukken saçlarını kesen Çılgın bir kız gibi; Duadadır agaç, bilmeden ve bilinmeyen Bir Tanrı'ya şükreder şimdi. Yücelerde bir bulut Kapatır Güneş'in önünü; Ak bir ata binen rüzgâr Çalarken kırbacını Ne söylersin ey ozan bu göge, yıldızlara? Ey hanlar, kervansaraylar gezgini Adın yazıldı bak işte defterine yigitligin; Kaba gücü övme, öv kaba güzelligi! Çık içinden şu eski cografyanın ve tarihin Mevsim gibi, ırmak gibi, çıtkırıldım bir kavak gibi! Ali Püsküllüoğlu |
Çember
Çember
Nasıl olsa bir gün eriye eriye tükenecek Güneş, nasıl olsa düşeceksiniz bir kaldırıma, severken ya da koklarken bir çiçegi, bir mektubu okurken ya da bir parkta güneşlenirken, çocukların oynaştıgı bir sıra (sevgi, o yabanıl dag geyigi, kaçar durur sizden) akşam çökerken, boguk bir sıkıntıyla kente o alışılmış sicim yagmurlar yagarken (soluk, kararsız bir gögün altında, bir başınıza öyle) adımlarınız gider ya gitmez, sigaranız agzınızda merhaba diyensiz, tükenmişliginizi sonuna degin yaşarken siz var mısınız bu kentin pis havasında (bilmezken) sokak kedilerinin, o hüzün şarkılarının yanında nasıl olsa bir gün olacak bu, kaçamazsınız (siz kendiniz misiniz gerçekten? onu da düşünmelisiniz) meyhanelere girseniz sıkıntıyla, kavgalarınız olsa nedensiz ve korkunç. Tutup güvercinleri okşasanız ya da yolsanız tüylerini martıların ve onların gümüş saplı kara bir bıçagı öfkeyle sallasanız havaya tükeneceksiniz yine de. Bu korkunç sorunun karşılıgı yok savaşlardan yenilmiş çıkacaksınız, yitik hep yitik neyiniz varsa, acının bilinmedik köşelerinde ta derinde yitik hep yitik. Boyuna bu. Varlaştırmaz sizi hiçbir şey akşamın yürege agır basan o yılgın gelişinde isteklerin bilinmezliginde, adım başı degişen, adım başı kararsız. Hangi soruya karşılık olacak? bilinmezken kalmanın neyi degiştirecegi, gitmenin neyi eksiltecegi neye yok desek, neyi çarmıha gersek, neye tapsak diye düşünseniz bile. Düşünmek olur bu önce, ama sonra? ama sonra sıkıntılarınızın kışı başlar yine de çevrenizde ateşten bir çember gibi darala darala çevrenizde ateşten bir çember gibi darala darala... Ali Püsküllüoğlu |
Çobanıl
Çobanıl
Ey tarlakuşlarının titreşip durduğu masmavi geniş alan, Güz geldi mi çiylerle ıslanan kırlar, Ey kül renkli ve iyi niyetli gökyüzü! Bulutlarını yola çıkar Ve kurşuni bir sessizliğe boğ toprağı. Yine de Ve yalnızca İpince Bir olda, uzak bir çavlanın sesiyle gürle. Bir adam soruyor bana: Ata binmeyi unutmadın ya? Bir dağ doruğu gibiydi, karlı Ve çığ salacak, Sonsuz, diri fırtınalarla yüklü Tepelerde, otların üstünde ilk kar Ve sevdiğim şıvgacık fidan, yolun üstünde. Güz yeliyle savrulup duruyor Ve toprağa iyice Yaslanıyor, dökülüyor yaprakları, güzle. Bir adam soruyor bana: Ata binmeyi unutmadın ya? Kim bilebilir, bir tek ağaç bile olmazsa O eski, sonsuz ormanı? Sular Oluklardan teknelere dökülse de. Atlar Yeni bir koşu tuttursa da. Kim dudrurabilir düşleri, ey gece Gözler Açık olsa da? İşte yanıtım: Ey tarlakuşlarının titreşip durduğu masmavi geniş alan... Ali Püsküllüoğlu |
Deli Gençlik
Deli Gençlik
Gün ışırken kayalıklarda Dolaşan yavru geyikler gibi. Geldi yanıma oturdu şöyle Islak serin gözleri. En güzel günlerinde aşkımızın Aşağıdan taze rüzgârlar eser. Yosunlu bir çeşmeden Bir çift karaca eğilmiş su içer. Titreyen ellerimle okşadım, sevdim Tutup o incecik bileği, Göremem düşlerimde bile artık O çekingenliği, güzelliği. Hey atılan tohumları ilk aşkın Dünya yüzündeki avarelik. Üstümüzde şaşkınlığı hulyaların Aşkın o güzel kudreti. Ortalıkta bir serinlik... Kuşlar sevinçle uçardı üstümüzden Bulutlar alçaklardan gider, Biz sevda içindeydik... Ali Püsküllüoğlu |
Eskidikçe
Eskidikçe
Güneşi karşılıyoruz mutlu çığlıklarla öperek, Dağı, ovayı Yüzyılların uykusunu Otu, börtü böceği, Bir kanat vuruşta uçan kartalı, Ağır akan ırmağı, Ağzında dünyayı taşıyan leyleği, Korkunç bir yalnızlık duyan karacayı. Yaşamak süsler eklemektir sonsuz gerçeğe Derin bir soluk almak gibi Pencereden dışarı bakmak gibi gökyüzüne, Bir kırlangıç uçmak gibi Kök salmak gibi toprağa; Ölümse, açılan bir eski zaman sandığı. Zaman diyorsun, bir çingene gibi karşıma çıkıyorsun o zaman, O zaman zaman kaçıyor; Kim tutabilir şimdiyi dünü eskiyi Ölümlerden ölüm beğeni Kırk katırı kırk satırı? Saçlarında güller, karanfiller, dünyanın en güzel kırları, Saçında gelincikler, sabah çiyi ve tarlakuşları Çizmeli kedi Yedi derya geçen şehzade En güzel sırma tel Sabahın yedisi ve ıssız göl Ve güneşin hiçbir şeyi Güvercinlerin çığlığı! Yüz çocuk ırmağa koşuyor Bin çocuk daha Ve yanıyor ayakları kumlarda Tozda ve küllerde ve saçında. Anılar eskidikçe, insan yaşlandıkça Kavağın gölgesi suya düştükçe Rüzgarın sesi ve sis, odaya dolar Ve dağlar uzakta çok uzakta Şimdi, şu sabah gibi güzel oldukça Kırıldıkça kırağı Uçuşunu görmek güvercinlerin gökte Beni bir çocukluk anısı gibi duygulandırıyor; Görmüyor güneşi akşam ezanı köyde. Yalnız sular mı uykuya varacak dağlar kayalar mı şimdi? İşte çam çıraları da bitti Haydi sen de var uykuya: Çöksün üstüne gecenin karanlığı! Ali Püsküllüoğlu |
Git Yele Söyle
Git Yele Söyle
Yelkenleri dolduran yele Uçurtmayı uçuran yele Güzel ve tatlı Kızların saçlarını dagıtan yele Yagmur getiren Yapraklardaki yele Suları kabartan İnce ve alımlı yele Ovada yürüyen Daglarda seken yigit yele Bulutları güden Kuş tüyünden hafif yele Çiçekler açan Uzun yolculuklardaki yele Kâfir ve çapkın Sessizce gülen yele Güvercinin ve kırlangıcın Kartalın kanatlarına vuran yele Sevgiye kanat olan yele... Ali Püsküllüoğlu |
İstanbul
İstanbul
Şimdi Çemberlitaş'ta bir ev Miniminnacık öyle durur Penceresinde küçük bir kız Saadeti yüzünden okunur. Ötede kalabalık cadde Durmuş insanlar bakınır Ne derseniz deyin işte Herkesin bir derdi vardır. İnsanı sıkar kalabalık Hele kızların bir tuhaf gülmesi! içinizde bir şeyler uyanır Gariplik yahut sevgi. Veya Kö p rü üstünde bir gün Gider dururken yolunuza Hiç görmediginiz bir taze Girivermiş kolunuza. Diyecegim bir sıcak kadın Deli divane etmişse yakışanı İyice anlarsınız ondan sonra İstanbul'u, yaşamayı, aşkı... Ali Püsküllüoğlu |
Öldürenler de Ölür
Öldürenler de Ölür
Dün gece seyrim içinde Öldürenler de ölür Şu dünyada kötülüklerden gayrı Ne kalır Böyle demiş ozanlar Öldürenler de ölür Kurtlar kuşlar düşman degil insana Arılardan dost olur Sokak başları tutulmuş Öldürenler de ölür Ankara'nın ortasında Bu ne martin sesidir Kar yagar kan üstüne Öldürenler de ölür Gencecik gider canlar Ahları yerde mi kalır? Ali Püsküllüoğlu |
Pembe Beyaz
Pembe Beyaz
Bir kar yagar, etraf aydınlanır, Soluk, kaygan bir dünya. Yalnızlıgın. Sapanca'dan öteye Geyve'ye kadar, Raylar pırıl pırıl, tren yılgın. Ha bire üstümüze kar yagar, Gittikçe büyür çılgınlıgın! Ellerin üşür, ellerin utanır, Yüregin sevgiyle dolu. Öyle sıcak! Pencereden saçların uçuşur birden Tren sarsılır gider koşarak. Bulutlar geçer rüzgârla üstümüzden Aşkımız gibi başlar bir saganak. Bu vefasız anılar unutulmaz, hatırlanır, Arada yıl var. Aklımda düşünceler. Nasıldı derim nasıldı gözleri Nasıl bakar da aydınlıga, güler! Yagan kar gibi beyaz elleri, İnceden bir de türkü söyler. Hey, bir daha nasıl yaşanır O ele geçmez günler! Yok artık! Ne öpüp okşamak ne bir şey Ne içimizi dolduran bu sıcaklık! Ali Püsküllüoğlu |
Rüzgar ile Konuşma
Rüzgar ile Konuşma
Güneyden mi geldin böyle, nedir Portakal kokusu avuçlarında Bu limon çiçegi ne saçlarında Söyle durur mu o sıcak sihir Turuncu renklerle dal uçlarında... Ali Püsküllüoğlu |
Sis
Sis
Diyor ki bana, sevdayı ateşten bir gömlek gibi giydin mi Diyorum ona, Ferhat'ım dağlar gürzümden inledi ve yol verdi sularıma. Acı dindi Diyor ki, hiç mi kıskançlık katmadım bakışlarına diyorum ben de, göğsümden çıkan ah nice kartal vurdu, aşkla Soruyor, ölüm mü her zaman yenecek, nedir bu korku Diyorum, Lokman da bir zaman tanrı'ya bunu sordu Diyor, kırılırsa kanadı sevginin nasıl uçar, göklerde Diyorum, o bir umuttur, bilesin havalanır yine de Soruyor bana, kalacak mısın böyle adı yarına mahkum bir ozan olacak Diyorum ona, nice yollar var gidilecek, nice uçurumlar var daha, atlanacak Soruyor bana, bu sis nasıl dağılır tarih bile susarken. Anlat olanı Diyorum ona, şiirim bir uyaktır yiğitçe, ta kalbinden vurur zamanı... Ali Püsküllüoğlu |
Sonsuz Bir Şimdiki Zaman
Sonsuz Bir Şimdiki Zaman
Gümüştür Ay, altındır başak Yaz geldi yine, ey çılgın! Her sabah, ardından şu dagın Güneş biraz daha güzel dogacak. Söyle, sesini duymak, görmek seni Ne zamandır böyle yasak bana? Göçüm kalkar gider, ben çılgınca Koşardım, bilmeden bastıgım yeri. Sonsuz bir şimdiki zamanda yaşar Düşler ki, artık avucumdadır; Gökyüzünü kocaman bir çadır Gibi üstüme örtüp yatar Ve gezinirdim uykularımda, Hiçbir şeye benzemez yara Acısa da, derinde, ta derinde. Şiirin o eski gümüş bahçelerinde Ozanları gördüm, şiirdir tek yasa Ah şiir ah, gögsümde ulu bir dag! Ali Püsküllüoğlu |
Sorular
Sorular
Durmuş bir adam saati sorar Saat kaç? Neden sorarsın be adam İşin ne saatle? Günü sorar biri Bugün ne günlerden? Neden sorarsın be adam İşin ne günle? Biri de yolu sorar durmuş Nereye gider? Neden sorarsın be adam İşin ne yolla? Bak, karınca soruyor mu saati? Bak, güvercin soruyor mu günü? Bak, kaplumbaga soruyor mu yolu? Sen neden soruyorsun peki? Ali Püsküllüoğlu |
Şiir Tanrısına Yakarış
Şiir Tanrısına Yakarış
Bağışla unutmuşsam, unuttum sanma yine de; Yalnız ve kimsesiz bir salkımsöğüt bozkırda ve solgun suları durgun bir deniz gibiyim şimdi; saçlarımı dağıtmakta şafağın tatlı eli. Haydi çöz şu kelepçeyi, bu dağı bilirim ben: Pınarlar akar, sessizce; tanırım bu ormanı, bilirim keçiyollarını her otu, her ağacı, her dereyi; duyulan, kuş sesleridir; bırak da dalıp gideyim sonsuz kıra yaşlı ruhum, gövdemle. Ya da çöz dilimin bağını duysun çağlığımı dünya! Ali Püsküllüoğlu |
Uyanık Uykuda
Uyanık Uykuda
Düşteyim işte. Çıkageldi bir güz yeli hafiften. Bir bugu gibiydi gök. Ey kendini saklayan geçmiş, ince bir tül ardında; Güz geldi ve yıldızlarını üstüme dök. Artık büyüdüm. Ey sonsuz çocukluk! Atlar, atlıkarıncalar ve yolculuk. Tuhaf degil mi, bu leylekler nereye göçer gök yolunda? Yazdan kalan kanat sesleri gibi duyuluyor. Her şey bir bir ve örtük, ince, bilinmez bir yüz sanki. Bir kuru agaç olarak kalayım mı? Öyleyse ey güz, dök yapraklarımı! Gövdemi kemirecek kurtlar toprakta gözlüyor yolumu. Beklesinler bakalım. Ayaklarım saglam basıyor daha, yolum var günlere. Üşüsem, ısıtıyor kanım. Ben bir leylegim, uykuda uyanık/ güz geldi artık Göçüyorum yarı uyur, yarı uyanık... Ali Püsküllüoğlu |
Uzun Atlar Denizi
Uzun Atlar Denizi
O zaman çarşılarımızı suladık Atları seyre gittik ikindilerde Çok sıcaktı terden bunalıyorduk Küçük tayın agzı süt kokuyordu Çünkü sevdigimizi söylemiştik Hiç böyle at görmemiştik Üstüne adam binemiyordu kahkahkah Çarşı esnafi soytarı olmuştu - Derken bütün atlar yatakta - Belediye başkanı sarhoştu Çok gülen agızlar hep atlara Unutmuştuk kocaman ellerimizi Ne denli sıcaktı öyle o gün Ne de çok istemiştik denizi - Durmadan atlar çıktı karşımıza - Hiçbirinde yüzemiyorduk Kalkıp çarşıya indik gene - Bu ne biçim at dedik kahkahkah Kaldırımlara doldurduk sandalye Suladık çarşılarımızı oturduk... Ali Püsküllüoğlu |
Yaşlanmış Bir Gemici Gibi
Yaşlanmış Bir Gemici Gibi
Ben bir korsan gemisinde doğup büyüyen Denizciye benzerim, Kalbim kavgalara ve fırtınalara alışık; Tayfalar gibi canım sıkılır karada Bir hasta gibi eririm. O dalgalar ki açık denizlerde Korkunç yolculuklarımda benimle birlikteydi; Her çığlıkta martılar selamlardı beni Günlerce yemsiz kalmış martılar. Ben bir ıssız adaya da benzerim Güneşli kumsallarımda dinlenir kaplumbağalar; En uçarı kuşlar, en güzel çiçekler Ve cins yemişlerim var sizler için. Gene o kavgalı günlerimde olsam Çekse götürse beni bilmediğim yerlere adsız gemiler; Sonra kalbimde fırtına dinse Yaşlanmış bir gemici gibi yaşasam... Ali Püsküllüoğlu |
Yeni Bir Gün
Yeni Bir Gün
Uzak bir yaz sesi Gibi duyulur kokusu Yeni bir günün Deger herkesin saçlarına Yılların eli o an Sür ey güzel zaman İşitiyorum adımlarını Sessizce atsa da Uzakta su çeken bir kuyudan Ve dag yolunda Çiçek açan Sür ey güzel zaman Bin şeye benzer Alnına düşen perçem Elinin degdigi yerlerde Birden leylaklar açar Yazı andıran Sür ey güzel zaman... Ali Püsküllüoğlu |
Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 02:53. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.6.0 RC 2
Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.