![]() |
Akgün Akova Şiirleri
Ağzında Girit Yasemini
senin ülkende cüceler vardı boyları hüzünden kısalan donmuş gözyaşları kurumuş otlar ve adını anımsamadığım bir sürü hüzünlü şey vardı bilgisayarlara bile hüzün programlanmıştı be babanın bir beyin cerrahının tamir çantası olduğu söylentisine gelince bence kuru iftira ama yukarılık kompleksini kimden kaptığı bilinmiyor annense bir şişenin içinde batık gemileri bekleyip durmuş yıllarca kiralık kardanadamlarla çıkmış küf rengi yolculuklara ve kadınlar hamamında ayyaş bir ayı gibi bayıldığı gün seni doğurmuş hiç yokken sen hesapta a benim caretta carettam * a benim yürek vuruğum buna da şükür çünkü bir yılkı atı gibi bırakmışlar seni çocuk çocuk suluboya çıkmaz sokakta keyiflerine bakmışlar gelsin eğlence gitsin ça ça ça sen küçücükmüşsün insanlara bakmışsın bakmışsın her yan sönük yıldızlar ormanı bir şeyleri sevmek istemişsin alışırken dünyaya dişlerini göstermişler kırmışlar termometreni insan insanın kurduymuş bre kesekağıdına sarmışlar seni narbülbülün kafese ayçiçeğin çöplüğe bir duvarın sıvası gibi dökülürken bana rastlamışsın dur demişsin dur hadi dur yaşamım sil baştan ben demişim " severim severim sevmesine de seni eski bir hüzünle durmadan büyür içinde bir Girit yasemini " yaklaşmışım ve deniz atmışım dudaklarımla dudaklarına * Caretta Caretta : Bir tür deniz kaplumbağası. Sürekli sessiz ve hüzünlü. Ben düzerken bu şiiri kadınım için, o, var olma savaşında, Dalyan'da. Vinçler büyük, yumurtaları küçük. Yasa bu, yutar küçük balığı büyük olan. Ve hüzünle seyreder caretta carettalar kıyıdaki inşaatları, sonra yavaşça yitip Akdeniz mavisinde, girerler ansiklopedilere. Akdeniz, onlarsız hüzündeniz. 1997 Kaynak: Aşk ve Kuyrukluyıldız Akgün Akova |
Ancak Karıncalara Merhaba Derken Diz Çökeriz
Ancak Karıncalara Merhaba Derken Diz Çökeriz
başımızın beladan bir türlü kurtulmayışı sevgilim bu taralelliliklerle usta işi sevişmelerle günde üç dört beş kanla canla insan olmanın hakkını vere vere yaşamamızdan uğradıkları onca bozguna rağmen bebek yüzlü düşmanların üstümüze üstümüze gelmeleri komiğime gidiyor bizim ancak karıncalara merhaba derken diz çökeceğimizi orangutanlar bile anlardı vallahi... Akgün Akova |
Aşk Ve Kuyrukluyıldız
Aşk Ve Kuyrukluyıldız
gittiğim bütün hekimler aynı şeyleri söylediler söz birliği etmişcesine "aşk hastalığıdır bunun adı ve çok sarsar insanı bu yaştan sonra" oysa ne yalan söyliyeyim, ben yalnızca bir kuyrukluyıldıza çarptığımı sanmıştım yaşamın çıkmaz sokaklarında yürürken yüreğim bir patlamayla aydınlanınca... Akgün Akova |
Ateşböcekleri
Ateşböcekleri
ışıkla ilgili bir yazı okuyordum, elektrikler kesildi boğazından geçerek midesine indi kent gecenin mum aramadım, oysa vardı pencereye gittim kalkıp çalışma masamdan iki sevgiliden söz ediyordu ağaçlar fısıldaşarak bahçede ağaçların yalnızlıklarından korktum sonra yollardan söz açtılar, düşledikleri yollardan işte o zaman ateşböceklerini, birbirini kovalayan iki yanarsöner ışığı gördüm gezinen son yıldızlarıydılar yeryüzünün çaldıkları ağustosböceklerini tahta kafeslere dolduran bir hırsız çetesi geçti sokaktan ay siliyordu, siliyordu camlarını terleyen evlerin bir ırmak kente geri dönmeyeceğini bildiren bir mektup yazıp akıp gitmişti sudan gerekçelerle yerçekimini aşk yoksunlarına bırakıp bir bir çıkardım giysilerimi ve kapısını araladım uyuduğun odanın sonra açılmak için dokunmamı bekleyen pembe gülleri gezdirmeye gittik ağaçların gözlerini yumduğu küçük koruda gökyüzümü sarsıyordu ıslak kelebek kanatların ve geceyi şu ısırıp durduğun geceyi gitgide derinleşen karanlıkta gitgide sertleşen geceyi yıldızların gökfişekleri gibi içimizde patladığı geceyi çiğlenmiş sabahla birleşen ve küçülen geceyi her güne böyle başlayalım sevgilim böyle, ateşböceklerine teşekkür ederek... Akgün Akova |
Ay Parçası
Ay Parçası
geceyi uyandırdık yanık ay kimsenin bahçesine ayçiçeği ekmediği kentte çizgi roman duyarlıkları uzayın okşayışlarıyla ergenlik çağına giren yıldızlar ve kağıt tavşanlar imparatorluğu geceyi uyandırdık yarık ay alkolün kana karışmasıyla kadınlara sulanan türlü tüylü adamlar kimsenin kumruları rahat bırakmadığı kentte kafesteki tek gözlü kobralar için ceplerden çıkarılan ormanlar karanlığa dağılan arka balkon hırsızları geceyi uyandırdık yatağa yapışık ay radyo düğmelerinde televizyon ısırıkları aynaların karaborsaya düştüğü kentte belediye bandosundan firari acemi saksafoncular ve at sırtında dolaştırılan sünnet çocukları sokaklarda çekip blucinimi uzandım gecenin üstüne gecenin içinde bana bakarak soluyordu yapış yapış ay çekip altından yerçekimini çektim çekmecesini... Akgün Akova |
Baba Bana Bağırma
Baba Bana Bağırma
yol ıslanmasın diye şemsiye açanlara... baba bana bağırma bülbülleri kaçırdın ormanlarımdan kulaklarımın kapılarını havalara uçurdun kapılar baba kapılar pencereleri alıp gittiler tenorlar kaçtı ses tellerinden çevreye saçıldı yavru diktatörler seni ne sopranolar istedi de vermedik baba baba bana bağırma bayrak direklerine konan kartalları anlat uzun uzadıya nasıl da göremediler avcıları o keskin gözleriyle vah hah ha şans yıldızlara özgü bir yalan baba yıldızlara tükürüp tükürüp onları gezegen yaptınız savaşan halklar taktınız dünyanın boynuna yalanları yazdım defterime hiç unutmadım radyasyonu radyo istasyonu sanan Bakanları çiğleri, Meclis tavanını çiğ köftelerle çiğneyen doğum sonrası acılarını cüce ülkeler doğuran kadınların hiç unutmadım sakallarını yüzlerinde yüzlerini sakallarında unutan adamları ve ısırgan tarlalarındaki parçalarını Uğur Mumcu'yu biz yapan bombanın hiç unutmadım uzak yakın tüm tuzakları baba yolun ezdiği oyuncak bir kamyonsun sen bir gam ağacısın kar yüküne dayanamayıp kırılan ilkbaharı gerzeklere ödünç verdin geri getirmediler güneşin başına gelenleri biz ilkbaharsız nasıl anlarız baba baba bana bağırma bir kulağımdan giriyor sözlerin öbür kulağımı tıkıyor Buenos Aires'te olsaydım diyorum içimden Eva'nın peronunda karanlıktan kuşlar çalan bir tren bir bıçak kaçağı tangonun bacaklarını havaya kaldırdığı kentte ama iyi ki buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan burada bilginin bilgisizlikten daha çok acı verdiği yerde burada, tam karşında hapisanelerde hintyağı gibi bir şeydi zaman hastanelerde pıhtılaşmış kan gemisi gibi yol alırdı saatler karılarının namuslarını dillerinde saklayan adamlar vardı bir taraflarda televizyon kanallarında yitirilen çocuklar gökyüzüne düşmemek için denize yapışan balıklar ve depolara indirilen Lenin heykelleri vardı Sovyet Rusya'da kafandaki duvarları niye cebine koymuyorsun sen baba baba bana bağırma farkında değilsin arkasını ezilenlerin yaladığı bir posta puludur dünya bir kara delik yutana kadar uzayda bizi asansör boşluğuna itilen bir kedisin sen söylemenin tam sırası ülkeyi bu duruma senin oy verdiğin partiler getirdi baba ama ben buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan bir yaşamlık kaygı duruşundayım yakın tarihimiz için baba bana bağırma bacağından vurulursa bir şiir nereye kadar gidebilir bana bağırma baba kendine bağır yoksa her şey bitebilir... Akgün Akova |
Bak Fena Olur
Bak Fena Olur
bir gün ayrılırsak sevilmekten eskimiş bir renk sanırım kendimi gözbebeğime bakarım senin yüzüne özgü gece gece abone olduğumuz o parkta bulurum kendimi köşe bankta sırt üstü yatıyorumdur söylemem gerek mi bilmem, zırlıyorumdur rıhtımlar dolusu narçiçeği sen birkaç ton körkütük ben bir öyle bir böyle sanıyorumdur kendimi bir gün ayrılırsak gülkurum, çılgın diye an beni de ki bulutlanarak, onu sevdim gibi kellesi kulağı düşüktür şimdi ayrılmışlıktan göğün beline keman teli sarıyordur her zamanki gibi de ki kulağına doldurduğu denizler seslenip gidiyordur sözcükleri muz gibi soyuyordur ortalık yerde yine Şiirzade Akgün Efendi sanıyordur kendini bir gün ayrılırsak dövünen çok olur, sevinen daha da çok takla atanlar olur haber üstüne göbek atanlar ülseri azanlar olur bir gün ayrılırsak bak fena olur... Akgün Akova |
Barış Nedir Sevgilim?
Barış Nedir Sevgilim?
barış nedir sevgilim biliyor musun bir köPage Rankingü müdür üstüne gölgeler düşünce çöken halka açılamadan batan bir şirket iki savaş arasında verilen çay molası mıdır barış yoksa hurdacıya söylediği son sözler mi bisikleti vurulan bir çocuğun söyle sevgilim Einstein'ın Roosevelt'e yazdığı mektup mudur barış Lozan'dan gelen telefon mu Mustafa Kemal'e çöplerini bilimin süpürdüğü bir sokak mıdır barış yoksa söyle sevgilim de ki tünediği balkon uçuruma düşen yavru bir kuştur barış saatçiyi hapse attıkları için kurulamayan bir meydan saati ayağımızdaki paslı çiviyi bacağımızı keserek çıkaran bir melek de ki aptalların türküsü oyuna getirilenlerin ülküsüdür barış dişleri sökülmüş Asya kaplanıdır kapitalizmin sirkinde de ki sevgilim içine bayat pil konmuş el feneridir barış fosforlu izleridir bayrakların üzerinde gezen salyangozların barış düşsel beyaz buluttur bir kaleye çarpıp dağılan kör bir toplumun tehdit dolu yazılarla kirlettiği bir defterdir barış kendinde bulamayıp başkalarında aradığıdır insanın barış halkının üzerine devrilen bir devlettir zor dönemeçlerde açılmadığı için posta kutusunda ölen bir mektuptur barış patlayıp seyircileri öldüren bir futbol topudur son dakikada bunların hiçbiri hiçbiri değilse barış söyle sevgilim savaşın düş kurduğu yerlerde hangi yüzsüzün uydurduğu bi' sözcüktür şu dillerden düşmeyen barış... Akgün Akova |
Bebo
Bebo
neden bebo bu çatısı uçuk eve bu tuz camı ellerime başlarını duvarlara vuran bu kan gölü meleklere neden çağırdığımı bilmiyorum sevgimin yanlış uzayına seni yüreğimin yırtıcı kuşları takılınca gözlerinin ağlarına ısıttığımız evlerden balkonlar arttı bebo çağlayanlar ve selüloz, şebnemli haritalardan yollardan çok leyla bisikletler arttı gözbebeğimde bisikletinle gezinmesen ben neyim ki zaten Büyük Şiir Ebediyesi'nin sözcük çöpçüsü şiir direklerine tırmanma güçlüğü çeken maymun ayakkabılarım bitse de gelirim sana saray tırtılım, uykulu Asyam, kıpırtılım vazelin gecelerine çocuk esirgeme kurumlarına üye yap beni süpür beni, elektriklerimi kes, yakın çekimde izle çok ısınmış bir kalorifer peteğisin sen bebo bırak güneş kentin kremli tüylerini yalasın sen beni bebo sen beni Cafe Petrograd'da memelerini sayıyorum gece ve yıldızlar eriyene kadar memelerin bebo masal, cüce ve prenses tadı ağzımda... Akgün Akova |
Bengal
Bengal
gözlerime yükledim seni gözlüğüm tutuştu omurgası çatladı zamanın gelecekten düşünce onu götürdüğümüz hastanenin en acil servisinde o bal rengi bacaklarına dinamitlendi içim küçüğüm, küçük kadınım transistörlü radyomda geceler boyu aradığım bir gidip bir gelen yitik bir uzun dalga istasyonu gibisin nisan evet o mirmoruk nisan şemsiye sürüleri düşler peynir ekmek sesine uyanırken pomfuruk mayıs alev halkalı küpelerini sıyırırsın gülümseyerek evden kaçan Bengal kaplanlarının sıçrayarak içinden geçtiği küpelerin en son onlar yoldan çıkar ve kınalı aralığı ağzının küçüğüm, küçük kadınım yanında, teninde ve kahkaha çiçeklerinde içlerinde sıkışıp kaldığım saat camlarının tüy bahçendeki cin saçlarının ve çeliğin üstündeki diş izlerinin ve yaklaşan ölümün kaçınılmazlığında bir yumuşakça gibi saklarım altmış dört yaşımı güneşten küçüğüm, küçük kadınım sevdamız çıngıraklar ve alarmlar günlüğü sürekli deri değiştiren ve sıyrılan etekler kitabında ben ilkbahar bankası soygunlarına giderim küçüğüm, küçük kadınım dudağını dayadığın o buzlu camlara hohluyorum aramızdaki kırk beş yaş farkı ve ellerimi yıldızlarının üstüne koyuyorum ( dring...drong... dring...drong... sayın ziyaretçiler huzurevimize gonca gül sokulmaması önemle rica olunur dring...drong... dring... yitik... bir... uzun dalga... istasyonu... ) Akgün Akova |
Bir Kıyı Kahvesinde Uyandık
Bir Kıyı Kahvesinde Uyandık
bir kıyı kahvesinde uyandık üç aşağı beş yukarı her şey denizdi sesimiz: iki çay, biri şekersiz çıkınımız çadır bezinden, ilmiği eksik masamız ters dönmüş gümüş kalyon bir kıyı kahvesinde uyandık sizi sabah yıldızı sordu dediler el ele tutuştuk dışarı çıktık avuçlarımız göğe kapanırken elimiz bile denizdi karman çorman ( okura yıldırım telgraf : bu şiir bitmeye varınca sezinledim stop deniz de sevda gibi stop tüm şiirlerde sözü edilse bile eskimiyor stop ) Akgün Akova |
Birbirine Karışsın Diye Saçlarımız
Birbirine Karışsın Diye Saçlarımız
sigarasını söndüren berber darman duman dinliyor söylediklerimi elindeki makası nerdeyse dünyaya düşürecek yani biz ayrılınca dünya nereye gittiyse "kökünden kesin saçlarımı" diye yineliyorum "sonra toplayıp verin bana, bir ayrılığın andacıdırlar" dokunurken saç tellerime parmakları titriyor her zaman özene bezene taradığı siyah, kıvırcık bir sel boşanıyor ardından gözlerini yumarken aynalar yalnızca makasın sesi duyulan ve kanat çırpışı kafesinde çılgına dönen sakanın sevgilim açtığında postacının getirdiği paketi yarın içinde senin yüreğini kaldıran dağlar benim gözlerimi dolanan sis ve sevişirken çam ağaçlarına takılan saçlarımız birden herşey, herşey, bir gölde bir sabah ansızın açılışı gibi yüzlerce nilüferin ayrıldığımız gün üzüntüden bayılan zaman kendine gelince olmadık anda vapurlar yağacak yüreğinin adalarına yeniden yeniden dalgalar yeniden limanlar yeniden sonu olmayan şarkılar hepsi yine birbirine karışsın diye saçlarımız o zaman yine saçlarını topla sevgilim ve yüreğinde beklettiğin martıları sal... Akgün Akova |
Boyanamaz Hiçbir Kafes Maviye
Boyanamaz Hiçbir Kafes Maviye
horoz kiraladığımız iyi oldu di mi çalar saat yerine güneş koktu mu namussuz binbir borazan hadi kadınım kaçırmayalım papağan mırıltılarını anahtar deliklerinden evlere giren cin peri masallarını kaçırmayalım davultozu minaregölgelerini ve ayak seslerini kırkayakların ne kadar erken başlarsak özgürlüğü savunmaya o kadar iyi ne kadar çabuk kemirirsek paraları kur farkı gözetmeden ne kadar hızlı taş atarsak forsaları kurtarmak için akvaryumlara o kadar iyi maymun iştahsız sürekli bir baharsa aranıp durduğun musluktan bahar damlıyor kadınım, işte tam zamanı yürü telörgülerin ve duvarların üstünde olduğun gibi, böyle çıplak ayakla başkaları da vardır mutlaka bizim gibi ve efelenmektedirler boyatmamak için kafeslerini maviye... Akgün Akova |
Bütün İtfaiyecilerin Derin Uykulara Düştüğü Saat
Bütün İtfaiyecilerin Derin Uykulara Düştüğü Saat
bütün itfaiyecilerin derin uykulara düştüğü saat sen çalgılı çengili sen çırılçıplak son sigaram söner sönmez kadınım şiirden kıskandığım nazardan sakladığım gözün aydın ha'di uzanmışsın yanıma saçımın ipek yoluna bir el kibrit çakmışsın ben cayır cayır ben çırılçıplak bu oda dişlenmiş yasemin kokuyor hayret doğrusu övünmek gibi olmasın çiçeklerden anlarım eee az çiçek koklamadım ben aşklara gide gele bak bu sen çiçeği bak bu ben çiçeği armudun iyisinden de anlarım orasını karıştırma ama aklımın lodosu poyraza seninle döndü kadınım açık deniz kuşlarım seni yurt bildi daha uçmadan dur bir dakika işitiyor musun bu ne bu, deprem sesi mi göktaşı mı mutluluğa attığımız düğümü mü çözüyorlar yoksa hay allah bütün itfaiyecilerin derin uykulara düştüğü saat biz Afrika yangını biz çırılçıplak çarşaflar buruş buruş yaz kış dört mevsim hastasını şaşırmış virüs gibi aramızda aşk evet eminim, bu oda dişlenmiş yasemin kokuyor biri ağzının kıyısında çiçekler büyütmüş bizden habersiz sus kadınım sus bir şey söyleme biliyorum bu ayrılık kokusu başkasının olamaz zaten ipe sapa gelmez bir aşktı bizdeki noktasız virgülsüz kural dışı yolunu beklerdi el değmemiş kızlar bir dışarı çık orospular adınla ağlardı akşamlar kırmızı kırmızı seni okşarken buzdağlarının eridiğini duyardım Kuzey Kutbu'nda başıbozuk bir aşktı yağmur sızım yanı bizdeki nerde akşam orda sabah ustura ağzı bir aşk için yaşadık sabahları hiç sevmezsin ya, bak sabaha az kaldı son kez ağart elini geceyi bir çeyrek uzat ona göre sevişelim kadınım yarınsız günaydınsız çılgın çıplak... Akgün Akova |
Caz Çiçeği
Caz Çiçeği
bilinmez, belki son öpüşümdür bu seni bir kadına bir nehri son ekleyişim bilinmez, bahçene ektiğim son çiçek hırsızıdır bu bomba konmuş tren istasyonlarına arzunun titreyen yollarına son adım atışım, belki bu da bilinmez bilinmez, baharın ensesine bir kuşun ilk kurşun sıkışıdır bu bir kedinin yağmurda ilk yıkanışı bir kadını merdivene ilk benzetişim, sen gidiyorken arka sokak otellerine ilk rastlayışı bir sarayın güzelliğin aynaları tehdit ediyor sevgilim hüzünü unutuşun bu gece, belki sözü edilmez bilinmez, belki yanıbaşımdadır o kaygan sevdan bu şiir kuştüyü elini ilk özleyişimdir senin ( sanki ilk sendin bu kanayan alnıma duran çarpışan gemilere adını verdiğim ilk sendin ardından kırık camlara çizdiğim bir Piaf şarkısı geçerken parmak ucumdan anladım ki ilk sendin caz çiçeğim, nasıl denir içimde çatal mısın bıçak mısın bilinmez ) Akgün Akova |
Çiçeğe Durur Gibi Uyanışım
Çiçeğe Durur Gibi Uyanışım
sabah sabah bir uyandım bir uyandım sormayın çarşafım yeni ya biraz ondan bilindi güneşti camdan vuran serseri kılıklı, kar bile yağsa belki bir meleğin sırtını kaşımış ya da kafayı üşütmüştüm sağımdan kalkarak hepsi olabilirdi bugün aybaşı, maaş alacak talih kuşu başına konacak, ondandır dendi biri de tutturdu düşümde cenneti görmüşüm boşversene sen arkadaş öyle olsa cenneti bırakır da uyanır mıyım hiç hiçbiri değil dostlar hiçbiri değil çiçeğe durur gibi uyanışım akpak sevdamdan ve böyle bir günün say say bitmez güzelliği... Akgün Akova |
Çince
Çince
ayrıldık ya, ateşini söndürdüm, uçuçböceklerini yaktım içim cız etmedi mi, etti, allah kahretsin gözlerime uçaklar düşmedi mi, düştü, allah kahretsin gül yapraklarını tuvalet kağıdı yaptım, yıldızların bodrumda Nuh'un gemisi sırtımda paramparça cami kedilerinin yalnızlığından geçindim ve daha bilmem nelerden seni unutmak istedim bunca kıskançlığımla ezogelin çorbanı, arapsaçını sigara külünü unutmak istedim unuttum mu, unutamadım, allah kahretsin ayrılık taş duvar ayrılık Çin Seddi aramızda Çin Seddi ne kadar uzun, allah kahretsin... Akgün Akova |
Düşerken Bile
Düşerken Bile
uzun bacakli bir yaban hayvaniydi aşk haril haril onu ariyordu Istanbul, duyuyorduk Galata Kulesi'ndeydik, başin omzumdaydi Kule döne döne içimizdeki gökyüzüne akiyordu sevgilim yüregimin ipleriyle dudaklarina indim senin gözbiliminden tenbilimine dönüşürken aşkimiz Kule'den aşagiya firlattim beynimi "Dalgin şair!" dedi Einstein, Niels Bohr'a dönerek "Baksana, unutmuş beynine kanat takmayi!" "Yürekle beyin arasindaki en büyük belirsizliktir aşk" diyerek söze karişti Heisenberg "Belki de, iki yüregin ayni dalga boyunda buluştugu bir salinimdir o!" dedi Louis de Broglie "Aşk, bir kara cisim işimasi degil midir?" böyle sordu Max Planck da dayanamayip işik tozuna bulali gözleriyle "Kendinize geliniz efendiler!" diye söylendi Takiyüddin "Bilimle açiklanamaz aşk, şiirle açiklanabilir ancak! O, uzun saçli bir yildizdir; yüregin içinde taranir" bence sevgilim söylendikçe bizim olan bir şarkidir aşk dikey bir şiirdir bütün kuşlari ayni anda havalandiran Galata Kulesi'nden aşagiya firlattim beynimi, söylemiştim bana bakan uzun bacakli bir yaban hayvaniydi aşk aşagi tükürsem Dördüncü Murat yukari tükürsem Hezarfen Ahmet Çelebi agzimin içinde dilin, bulutlarimi islatan gökirmak sonsuzlugu ikiye bölmektir aşk, kasigina yazdigim ak yazi sevgilim agzina düşerken yanardaginin kanatlarim ol benim kafeslerinden soyundur kuşlarimi baliklarimi çiplakla tuzdan Cenevizli boynumu sev, Venedikli sirtimi Osmanli kokan saçlarimi Anadolu'dan gelen gözlerimi Perali bakişimi sevgilim, Istanbullu ellerimi bana beni animsat sensizken yitirdiklerimi Kule'den aşagiya firlattim beynimi, bir yerlerde yazmiştim bak işte bir çift martinin yanindan geçiyor düşerek irice olani, "Herifin biri kafayi yemiş yine!" diyor yanindakine "Sen aşktan ne anlarsin koca gaga!" diye söyleniyor digeri sevgilim onlara aldirma sen yalnizligin kabuguna çekilip kendi içime düşerken bile kanatlarim kanatlarim kanatlarim ol benim... Akgün Akova |
Eleni
Eleni
eldivenleri ertele, ellerin kar görsün korkma buralarda ısırgan büyümez şubat ortası şimdi n'oluyor sen gidiyorsun, yoksun, seni eksiksemeyi bırakıyorum bir kenara ellerini bıraktığımı sanma söyle hangi gün bıraktım seni sevmeyi bıraktım mı bir köpek gibi ölürüm çünkü çöp kutularının dibinde gelincik arayan toza bulalı bir köpek gibi ardından yalnızlık vurdu başıma bir Rum güzeliyle yattım uçurumu sarışın, manastırı sarışın, adı Eleni Eleni büyük bir rakı gibi, içtin mi şaşırtıyor Eleni Kızkulesi Eleni kiralık katil Eleni çalar saat sonra yok daha neler Eleni yapma Eleni yeter yeter dedim Eleni görmüyor musun şiir yazıyorum ne zaman geldin sen ayak seslerini duymadım istersen git odalara bir bak sana alışsınlar dünya hali bu ucunda kalmak da var bir gün tek başına tek başına Eleni çoğulluğu kim bombardıman etti kim Eleni... Akgün Akova |
Elmas
Elmas
duymuşsundur Kaşıkçı Elması'nı bir kaşık suda boğdum yazdığım şiire girmek istedi piç kurusu alısmışmış aşk şiirlerine var mı öyle yağma be üstümüzde ne hakkı var ne iyiliğini gördük ne değeri var Hiroşima 8.15'de Kurtuluş Savaşı'nda, Vietnam'da, mayın tarlalarında duymuşsundur Topkapı Sarayı'ndan kaçırıp boğdum Elmas'ı herkes hak ettiğini bak hak edilmiş cazgır sevinçlerim oldu mu ille de yanıma seni isterim gel beni kadınla, beni ateşle, beni demle sözcüklerimin izini sür sıyır kabuğundan gerçeği porselen kırığımı, yazboz tahtamı Fenike alfabemi çöz götür milattan önce çok eskiye hüznümün parantez içini aç, genişe aç, sessize aç, belleyip yabanotları yeşille yalnızlık nöbetime geldi mi sıra beni ikizle, beni kedile, beni sevgile biliyorsun yaşamak zorundayız kimseye boyun eğmeden iki kişi de olsak, çoluk çocuk da olsak oysa gökyüzünün kuş mezarlığına döndüğü doğru insanların şikayet kutusu olduğu denizin ucu kaçmış su olduğu cellatların büyük ilanlarla arandığı doğru işte sırtımı sana dönüyorum öldüreceklerse sen öldür beni yaşayacaksam sen yaşat sen adala, sen dalgala, sen ıslat duymuşsundur ömür boyu hapis yedim bir kadının boynuna... Akgün Akova |
Esmeroloji
Esmeroloji
"...Ve şimdi bana elmaslar ve pas öneriyorsan Çoktan ödedim bedelini " JOAN BAEZ, Diamonds And Rust çengelli iğneyle tutturdum bıyığıma geçmişi yaralı atları vurdum cinlerim tepemdeyken papatya yaprağı koparır gibi kopardım melek kanatlarını seviyo' sevmiyo' seviyo' sevmiyo' düştü çayımın demine endülüs esmerliğin bağbozumun delişmenliğin özlemin flamenko gitarda patlayan bomba ulan üstüme gül koklarsın ha... Akgün Akova |
Flora
Flora
göllerimi bırakıp denizlerine gelirim sevişmek için seninle Flora, çağlayanın karnında çırpınan kayık isteğin masalı tenime dağılan mıknatıs yüzükoyun yatmasan göremezdim sırtında bir bahçıvanın makas izleri Sevdalılar Parkı'nda ağır yaralı dudakların boynumun altında patlayan yavru papatya sokaklar bile göç ediyor Flora saatler ıslanıyor Tamburi Cemil Bey çalıyor seni anımsatan şarkıları kente kanadı kırık melekler yağıyor sevdamız yüksekten uçurdu bizi sevdamız, siste dolaşan tavuskuşları biz sevişirken ölmeliyiz Flora köPage Rankingülerin üzerinde, çatlayıp bizi ikiye bölen erimiş bilgisayarlar bulmalılar çöp kutumuzda oyuncak mağazaları için soygun planları tahtlar, somun altından biz sevişirken ölmeliyiz Flora birileri haber vermeli bunu muhabbet kuşlarına... Akgün Akova |
Geriye Dönmeyecek
Geriye Dönmeyecek
birden duruyor, "yola her çıkışımda" diyor "bir kız vardı gözleriyle beni bekleyen bir kız topsuz tüfeksiz çıkartma yapan yüreğime bir kız vardı tıpkı uçuçböceği kanatlarından ürken" ( derinde Fenike gemileri kanadı kopuk uçaklar gibi andaç oldu ayrılık solgun olsa da yere düşen bir gül nasıl gene bir gülse boşadır ayrılığı anlatmaya çalışmak anlarsa ancak yüreği anlar bir çocuğun annesinden ayrılmışsa ) çıkıp gidiyor şiirden, yollarda bir suskunluk hele kutup yıldızını görseniz o nasıl suskunluk suskunluk, geriye dönmeyecek diye... Akgün Akova |
Güvercinli Güvercinli
Güvercinli Güvercinli
çiçekçilere soruyorum, kupa papazlarına, kumrulara eğreltiotlarına kimya kitaplarına karpuz satıcılarına soruyorum balkondan bağırarak bilmemek ayıp değil ki öğrenmemek ayıp ama sevdamızın her şeyden bir fazla oluşuna kimsenin aklı ermiyor okul kırmış çocuklardan bir fazla uçarı Adem'le Havva'dan bir fazla çıplak gerçi esmeriz ya, Marilyn Monroe'dan bir fazla sarışın bir fazla İstanbul efendisi yaşlanmış çınarlardan İstanbul dedim de aklıma orda olduğun geldi karı muhabbetlerinde mi her allahın günü carıl curul mu yine tatlı kaçık İstanbul ne halt edersen et en çok sedef bakışını arıyorum senden ayrıyken en çoktan çok da dünyaya meydan okuyan gülüşünü şiirim diyorum ona, bu sözü bir fazla hak ediyor bütün şiirlerimden yaban gülüm diyorum çılgınlığım vazgeçemediğim birden güvercinli güvercinli gülüyorum bak sevdamıza bir numara dar geliyor sanki şimdi yeryüzü... Akgün Akova |
Harikulagiyerde Kadınlar
Harikulagiyerde Kadınlar
aşkımızı tavuklar horozlar gagalıyor sevgilim yumurta kapıya sıkıştı mikrodalga fırınlar kuşattı dört yanımızı ütüler TV'ler müzik setleri film koptu kopacak, bütçemiz kırık akordeon evlenmeden boşanma durağındayız insek mi inmesek mi aklımda "la cumparsita ", çok katlı pasta ve düğün salonu ama bi' demet gök meleğisin sen en havalısından içimdeki sıcak çorbasın ben çok şekerden dişleri çürük çocuk karşısına lunapark kurulduğu için evimizin her yıl sınıfta kaldım "pekiyi" aldığım tek ders gözlerindi bilirsin ölmeye gidip geldim yerleşim bölgelerinde bedeninin subahçem, gözekondum piyango biletçisinin yılbaşı çekilişini beklediği özlemle bekledim seni kimselere kaptırmam kimselere öptürtmem seni ama aşkımızı tavuklar horozlar gagalıyor sevgilim yumurta kapıya sıkıştı Eros'u anaokuluna gönderelim, camdan yağmura baksın okunu Hürrem Sultan'a saplasın ve damlasın şebnem ve öldüğünü bildirsinler porno kumsalında güneşlenirken aşkın tam bir vız vız bu aşkı kelle terzileri makaslamışlardır büyük olasılıkla ölçüsünü bile yanlış almışlardır bence anahtar deliğinden her zaman güzel dünya her zaman harikulagiyerde kadınlar aşkımızı tavuklar horozlar gagalıyor sevgilim yumurta kapıya sıkıştı biz yine ışıkları uçuk bırakıp çıkalım herkese iyi geceler... Akgün Akova |
Havaalanında
Havaalanında
anımsıyorum çarpışan iki uzunyol otobüsü gibi son anda gördük birbirimizi yürek boşluğuma girdiniz uzayda sürüklenen uydu hızıyla bakışlarınız kocanız ve bavullarınızdan korkusuz yıldırım aşkı naklen yayınında bakışlarıma benimkiler size çilingir 'gitme kal' a bilet kesiyor anımsıyorum uçağınızla havalandı Amazon ormanları da tüyleri diken diken geceye kaldı sincap... Akgün Akova |
Her Gece Hergele
Her Gece Hergele
avcısının gözlerinden su içen geyik çocuk orman ayakları dünyanın ayaklarından çok üşüyen kadın uçan halımı kuru temizleyiciye vermeseydim eğer bi' güzel gezdirirdim seni gökyüzünün ışıl inci yatağında yıldızlarının camını kırar derinlerine inerdim ipikırık güneş o sıra uzayın karnında parasız yatılı yaşamaktadır bedeninden bedenime aşk tarihinin en büyük şiirkopter saldırısı başlamaktadır ( yaldızlı ışığında kanaryanı öptüğüm ay ablam ağzında sakız her gece hergele ) hadi güzelim bi kere daha... Akgün Akova |
İçimde Bir Sıkıntı
İçimde Bir Sıkıntı
Ümit'e işin doğrusu önce sarıyı gördüm, sonra hepsini birden düşe dalmış bebekti gök oyuncağıyla ilerde adamla çocuk yürüyorlardı ikisi de tavşan uykusunda uzaktan yakından ilgileri yoktu gökkuşağıyla yemin ederim içimde bir sıkıntı o günden beri çocuğa yedi rengi bir arada işaret edemediğimden... Akgün Akova |
İpler Ve Ekler Biriktirirken Yüreğim
İpler Ve Ekler Biriktirirken Yüreğim
ipek böcekleri ipek böcekleri çin gibi çocuktum kozalarınızı biriktirdim japon bahçelerimi tırtıllar yedi kore'ye uçtu kelebeklerim ipek böcekleri ipek böcekleri kanaryalayamayan kapı zilleri biriktirdim ve yalnız kalabalıklar taç yapraklarımda kokulu zarfların içinde dudaklarını yürek yollarıyla postalayan kadınlar ve sularını denizlerin sömürdüğü göller onları da biriktirdim büyük bir özenle Boğaz Kö p rüsü'nde nöbetçi polislerden topladığım intihar mektuplarını ve kırık kollu dilenci çocukların dizlerime bıraktığı "Düşmez kalkmaz bir Allah'tır. Verem hastasıyım, hiçbir yerden gelirim yok. Üç çocuk ailem ve ben aç, sefil ve perişan durumdayız. Yardımlarınıza muhtacız. Bizlere yardım ederseniz Allah'ın rıza- sını ve bizlerin duasını kazanmış olursunuz." yazılı yıpranmış kağıtları şimdi burda, tüy birikintilerine çarpıp martıların denize köpük tüküren şehir hatları vapurunda şimdi burda, kulağınızın ipek yollarında yakıp kül edin diye söyleniyorum ölünce beni şair kemikleri biriktiren birinin eline düşerim endişesiyle ateşi yeğliyorum toprağa ipek böcekleri ipek böcekleri büyük aşklar büyük sevişmeler yaşadım örgünüzün inceliğinde unutun beni... Akgün Akova |
İstanbul'da Gül Devri Başlıyor
İstanbul'da Gül Devri Başlıyor
al işte bu da gözlerinin içine senli benli bakan İstanbul tüm güller ölmüş de İstanbul'da, bir sen kalmışsın bu kadar güzel alkol kokusuna alışık çamaşır ipleri balkonlarda Boğaz'da gümbür gümbür bir yeşil akşamcılar, eskiciler, körkütük dolmuşlar güzelliğini bütün millet duymuş sevgilim, hangi elbisen anlattıysa senin için kalkmış kadehler, İstanbul bu yüzden çin çin kulak kabartırsan Galata Kulesi'ndeki caz patlamasını duyacaksın bir şarkı aşağı atlamış ordan, bizi öpüşüyor görünce martılar on dokuz mayıs gösterilerini falan bırakmışlar haydi yallah gökten limana inmişler deniz çok bozulmuş bu işe ama ses etmemiş neden olacak efendiliğinden hah işte bu da vapur arkası cümbüş köpük İstanbul tüm yürekler kirlenmiş de İstanbul'da bir seninki kalmış bu kadar beyaz bir kız gitmiş KöPage Rankingü'nün çelik telli saçını örmüş bir çocuk iki kere iki eşittir senin adın yazmış karatahtaya adamın teki tutmuş kötü şeyler söylemiş yürüyüşüne ek olarak ben bu kadarına dayanamamışım kızmışım heyt oğlu heyt şiddetinde tepesi atmaksa tepesi atmak kıskanmaksa kıskanmak önce İ'yi duman etmişim, sonra S'yi ardı sıra A'yla N'yi Tanzanya'ya sürmüşüm B, U, L de sizlere ömür bulvarın başlangıcında İstanbul üç kurşunla Bizans harabelerine dönmüş cinayetse cinayet kansa kan olmuş şehir senin yüzünden nice zaman sonra kendime gelmişim bir pişmanlık bir ağlama tutturmuşum aman allah tüm gözler kurumuş da İstanbul'da bir benimkiler kalmış bu kadar ıslak emektar saatim düş gördüğümü anlamış basmış yaygarayı zır da zır zır da zır zır da zır altıyı vapur geçe ( uyandım işte bu da düş görmemden sonraki İstanbul başın göğsümde sevgilim böyle sıcak uyuman bir başka tüm uykular uyunmuş da İstanbul'da bir seninki kalmış bu kadar uzun bir gül geldi durdu pencerenin önüne, içeri bakıyor İstanbul'da tüm güllerin ölmediğini anlıyorum şimdi onunla oh be çocuklar gibi seviniyorum İstanbullulardan özür diliyorum aklım başıma gelmişken çöp arabalarında, evde kalmış kızlarda kayıkhanede bu ilkbahar yosmaların uykusuzluklarını biliyorsanız onlar da yasadışı öpüşmelerimizde bizim bir gül kokusudur sürüp gitsin diyorum ve gül devrini başlatıyorum İstanbul sokaklarında sürüsüne bereket ) Akgün Akova |
İzin Verirsen Artık Bize Taşınmak İstiyor
İzin Verirsen Artık Bize Taşınmak İstiyor
alev almış yıldız sesiyle çalınca herhangi bir telefon sanadır durma aç alooo'na karşılık bir tanıdık koku duyarsan, gönül borcu var gibi hani mummutluymuş, sevinçten dili tutulmuş gibi anla sevdiğim o'dur telefon kulübesine ektiğimiz karanfil büyümüş de, evlendik mi onu soruyor... Akgün Akova |
Kanat Terzisi
Kanat Terzisi
her şeyi anladılar sevgilim seviştiğimiz yatakta unutulmuş bir çift kanat bulunca terzilerine gidiyor kentteki kadınlar kendilerine kanat diktirmek için o günden beri Akgün Akova |
Kar Altı Yalnızlığı
Kar Altı Yalnızlığı
trafik polislerinin dişlerine ceza kestiği Nasrettin Hoca hızında yol alırken gülüşün yüzümü yıkıyorum imamın abdest suyuyla suçumu kabulleniyorum yani arabesk dinledim kırarak caz plaklarını genelev ışıkçısı Louis Armstrong fareli köyün kavalcısı bendeniz ve kapak kızı pozunda taşra kasabalarının kar altı yalnızlığı el yazması buğu ve pas elele resmimize büyüteçle bakarak parmak uçlarında fosfor izi aradım bulsaydım yırtacaktım taşınmış karıncaların çalışma kampı tırnaklarından uçup gitmiş yüreğine " PIR PIR YASAK " levhaları asarak sen salınca çekirge sürülerini üstüme çatlatınca bilardo toplarımı sarhoş bir kaptanın yakıp söndürdüğü bir deniz fenerine döndüydü sevdam şimdi senden ayrı senden yangın senden yaban göbeğimin dansözü dört yapraklı yoncam benimsedim sensizliği mühürledim kilitledim hurdacıya sattım çift kişilik yatağı alt alta paylaşamadığımızdan... Akgün Akova |
Kuğulama
Kuğulama
çarpıp gittin kapıyı şakkadanak önce ceviz ağaçlarına saygısızlık sonra bilumum marangozlara dedikodu gibi çıkıp gittin bacaağzı gibi ağulayarak * sevdan kuş seslerini zımparalayan özürlü çocuk kargalamaya yem veriyor kuğulamadan * Halk oylamasıyla çekip gitseydin keşke kız... Akgün Akova |
Kuş Bakışı
Kuş Bakışı
senin bakışın sevgilim senin bakışın bulutlarla yanak yanağa gezen kırlangıç uçurumların anlamını bilen albatros yağmurlu günlerde güneş devrimi yapan güvercin senin bakışın telefon kulübesinde sesimle sevişen kumru gökgürültüsünün üstünden geçen turna emeğin kavgasına kanat veren kartal senin bakışın sevgilim senin bakışın "çok uzaklara gitmeliyim kendimi bulmak için" diyen leylek "uzaklara gidersen yitirirsin yakınındakileri" diyen serçe baştankara, içimdeki yazı bahçesine dadanan sevgilim senin bakışın kısa otlara uzun dalların öykülerini anlatan çalıkuşu çocukluğumun şeytan uçurtmalarıyla yarışan saka aynanın önünden yavaşça geçen tavuskuşu sevgilim ışığın yırtıldığı yerde gökyüzünü bekleyen ispinoz senin bakışın gökdelenin bodrumunda yuvasını arayan tarlakuşu odun kafalıları hırpalayan ağaçkakan sevgilim savaş gemilerinin üzerine yağan martı senin bakışın senin bakışın geceyi, seviştikçe kanadı kanayan geceyi boşluğun ıslığıyla aralayan yabankazı gerçeküstü pelikan, gökyüzünde su kanalları açan pelikan "yakaladığım en büyük balık sensin" diyen yalıçapkını senin bakışın sevgilim senin bakışın konduğu ağaçlara bir bir sarıldığım ardıçkuşu sürüden erken ayrılan bıldırcın cerenin sırtında uyuyan keklik sevgilim senin bakışın yağmurkuşlarının nem bolluğu yıldızların felsefesini bilen kukumav cennet papağanı, yatağımda gökkuşağını uyutan kuşların müzik öğretmeni bülbül senin bakışın ezilenler başkaldırdıkça sevinçle öten kızılgerdan sinema karanlığında dudak çırpan İstanbul kuşu, öyle bir kuş varsa eğer geceyle gündüzü tüylerinde eşitleyen saksağan sevgilim senin bakışın mutsuzluğa gagasıyla gülümseme biçen kayaşakrağı yapraktan çimene haber götüren ötleğen Van Gölü'ne gölgesi vuran atmaca Aladağlar'da iç geçiren şahin senin bakışın denizcilerin unuttuğu bahri gemicilerin unuttuğu suyelvesi sevgilim hiç unutmadığım yelkovankuşu senin bakışın yüzümdeki gökyüzü bakışlarındaki kuşlarla tanıdı kendini sevgilim senin yüzün senin yüzün eski kuşların yeni seyir defteri... Akgün Akova |
Mehtapçı
Mehtapçı
sevgililer popolarının izlerini bırakıp çimenlerde külden küreklerini çekmeye başlayınca uykunun cızır cızır başlar yıldızların ölümü... Akgün Akova |
Nil
Nil
saçını tarıyorsun, saçların uzun omzuna onlarla taşınmış Nil nehri Afrika'dan yolunu şaşırmamış, tıngır mıngır taşınmış görenler var görenler var koca nehri omuzunda uyurken ben bile gördüm daha ne ama ben her yerini gördüm az buz değil eh olsun artık o kadarcık fark cumartesi çarşını pazarını, dolmuş durağını pazar günü yumuşak G'ni pazartesi çantanın bulutlandığını gördüm deli oldum bana koştuğun tren istasyonları hiç eksik olmazdı çantandan güzelliğinden emin herkes gibi içinde ayna yoktu eskiydi meskiydi ama her an bir dilim şiir bulunurdu kıyı köşesinde içim sıkılırsa kalkar o şiire yanaşırdım, okurdu beni kuyrukluyıldız mevsimine girdi miydi sevdamız yanına varılmazdı beyazlığından ama sen esmersin ekşi sarışın ekşi kumral bir de saçların sevişirken Nil saçını tarıyorsun, saçların uzun omzuna onlarla taşınmış Nil nehri Afrika'dan aklını oynatmamış, bile bile taşınmış duyanlar var duyanlar var koca nehri omuzunda ağlarken ben bile ağladım omuzunda kime ne ağlamanın da bir zamanı vardır sevgilim örneğin haritalarda ağlanmaz Nil'e yağmur inerken benimkisi, gülüşüm ıslak olmasın diyedir ağlamadan sayılmaz kedi mırıltısı desek daha doğru sahi, salı günü kedilerin olsun mu çarşambayı enayilere verelim, perşembeyi sevişmelere haftanın yedi günü yedi perşembe demek senin hesabına göre gülersin di mi gül bakalım gül ben ne zaman şiir yazacağım peki ne zaman şarkı söyleyeceksin pencerelerde üzüm lekeleri neyle çıkacak, çiçekler kuruyor susuzluktan çamaşır derdi olmayacak, ya insanlar, ya gün ışığı ya salyangozlar yat kalkla yürür mü sanıyorsun bu hikaye ama sen şiirsin ekşi roman ekşi öykü bir de saçların sevişirken Nil... Akgün Akova |
Oyuncaklar
Oyuncaklar
ameliyat odasına alındığında bir çocuk kapıda ağlaşarak onu beklerler yaşamın kolay bozulan bir oyun olduğunu bilen oyuncakları... Akgün Akova |
Öpüşen Çiftleri Alkışlama Ekibi
Öpüşen Çiftleri Alkışlama Ekibi
ara sokaklarda aralıksız öpüşüyoruz duvarların karnında "dudak grevi bitmiştir" yazıları akrep yelkovana yeğeni yengeci tanıştırırken yan piri yan piri de yan piri yan piri beyinleri vav lekeli adamlar evlerin damlarına dayayıp falçataları hırtça genişletip cadde yapma peşinde hışırtılı ara sokakları onlara ayaz biz iki sersevi ara sokaklarda aralıksız öpüşüyoruz dillerimiz hoşhoş keyfimiz gıcır porno ve Lili Marlen'i vurduklarını haber alıyoruz Hong Kong'da şarkılardan çıkıp niye oralara gitti Lili, bilmiyoruz son sözlerini veriyorlar akşam haberlerinde - Be..ni ö..pün.! koşup Mezopotamya'yı geçiyoruz salt adını sevdiğimiz için deniz kuvvetlerine katılan köpekbalıklarını açlıktan kanını mafyaya satan adamları çocukların ısınmak için yaktığı cadıları geçiyoruz 333 ordularına karşı ara sokaklarda savaşıyor dudaklarımız ve Hong Kong'da Lili'yi vurduklarını haber alıyoruz koşup Attila İlhan'ı uyandırıyoruz "nedir bu genç şairlerden çektiğim" diyor sisli sisli giyiniyor gözlüğünüzü de biz giydiriyoruz silisyum kumaşlarla kemanının mı teli ve bir rapsodiyle çıkmaz sokakta boğulan çingenenin haberinin ardından şairin beresiyle yapılan bir söyleşiyi yayınlıyorlar TV'de yani o anda Singapur açıklarında bir gemi yani Jazabel'i de vurmasalar bari onlar yetişmeden yani biz dudaklarımıza bakalım ne diyorduk ne oldu ama bu kentte öpüşen çiftleri alkışlama ekipleri kurulmazsa çarçabuk biz iki sersevi bir daha öpüşmeyeceğiz sokaklarda sonra söylemediler olmasın... Akgün Akova |
Saatli Bomba
Saatli Bomba
akreple yelkovan ve altında ilk aşkımı çalıntı güllerle beklediğim saat kulesi orda durun orda durun ve koklayın havasını anıların saat onarırdım evet ya, saat onarırdım tik tak sesleriyle çok arka kapaklarını açınca ufukta zaman kaleleri saatler kurardım saatler kurardım kediler için mart ayına ayarlı dua saatleri bozuk melekler gelirdi dükkanıma ve azraildi en iyi müşterim bir onarım karşılığı ondan aldım yüzümdeki yara izini ağzına şiirlerimi park ettiğim ve bir masa saati için masa üstünde gebe kalan o mor saçlı kadına o karadula çizdirttim ölümcül olanını sonra şarkılar dinledim şarkılar dinledim dinamitlenmiş köPage Rankingülerle ilgili kedilerle köpeklerin ****lerle sevicilerin kadınlarla erkeklerin yıktığı köPage Rankingülerle ilgili zilbahçem, ağzımın saatli bombası ve zamanı onaran ellerim havaya uçuracağım bu eski püskü şehirde en zoru kokusuna alışmak yeni bir kadının... Akgün Akova |
Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 05:16. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.6.0 RC 2
Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.