![]() |
Sıcak Bir Kış
Sıcak Bir Kış
Saçlarını gittikçe kısalttığın günlerde Sen söylemiştin bu sözleri unutmadım -Her aşk bir ayrılık gizler, ayrılıklarsa Bir merhabanın sıcaklığını taşır kendisinde Kalıcı olan hiçbir şey yok diyordun An’lar var yalnız ömrü karşılayan Şimdi sımsıcak bir kar yağıyor yine Yüreğimin üstüne yağıyor hiç durmadan Ellerin nasıl da üşüyor, bozacının Karlı sesi doluyorken odamıza Hava gittikçe kirleniyor bu kentte Ve aralıksız kar yağıyor kar yağıyor Kar ayrılık hüznüdür ve ne çok Ayrılıklar yaşandı şu son birkaç yılda Yurdundan ayrılanları düşünüyorum ve birisi Özledim diyor, ülkemin kar kokusunu da özledim Hiçbir an’ını tanımlamaya kalkmadan Kısacık ömürler biçiyoruz kendimize Sonra yolculuklara çıkıyoruz, bir kentten Ötekine giderken özlüyoruz bir başkasını Özlediğimiz birileri olmalı diyordun Yanındayken bile özlediğimiz birileri Öyleyse kalkıp Ati’ye gitmelisin, İstanbul’a Belki hâlâ saklıyordur bir gülü kimbilir Yaşandı mı o sıcak kış, yaşlandık mı Aynalara bakmaya vakit bulamadık Dönüp dönüp birbirimize bakmalardan Yaşandı mı o sımsıcak kış, ne dersin... Kaynak: Çocuksun Sen Ahmet Telli |
Sığınak
Sığınak
Sözün yine hep aşktan yanaysa sevgilim sen sakla bir kaçağı belki yorgun ve yaralıdır hâlâ ölüm basmıştır son sığınağı Sus ve sadece dinle sessizliği perdeleri çek ışıkları söndür bir selam bir haber gönderir belki sesleri hiç duyulmayan dostlar Bir cigara sar bitlis tütününden bir çay demle sonra, anısı kalsın bekle başında onun sabahadek Belki benim sana böyle sığınan yapayalnız ve öylesine yorgun kimliği duvarlarda kalan bir kaçak... Ahmet Telli |
Sıyrılıp Gelen
Sıyrılıp Gelen
Soluk bir ay dolanıyor kentin üstünde her gece Her gece bilge bir gezgin tavrıyla adımlıyor yolunu Güz yanığı bir durgun sessizlikle örtülü her şey ve yırtılmış bir tül gibi savrulup duruyor zaman Suların sesini dinle şimdi ormanın fısıldayışlarını usulca yarılıyor dağların göğsü bir aşkı dinlendirmek için Ve gözleri uzak yamaçlarda aranıp dururken bir şeyleri sessiz ve sakin beklemekte bekledikçe bileylenen yürek Belli ki dağların, denizlerin ve göllerin üzerinden sıyrılıp gelmektedir seher Belli ki yakındır doğayı ve hayatı sarsacak saat... Kaynak: Su Çürüdü Ahmet Telli |
Sizi Sevmiyorum
Sizi Sevmiyorum
Sesimden arındım ve ufku Bir harmani gibi giyindim Kahraman bir korkaktım Kavmimin kadim tarihinde Ki onlar için umutsuzluk Kendim için haramiydim Böyle bilindiydi bu hikâye Yarından bugüne kaldıydı Tersine akan bir ırmaktım Sözün şaşkın serinliğinde Kendi deltasında boğulandım Ve sizi sevmiyorum ey kavmim Yakın beni rüzgârın ıslığa Islığın hükme döndüğü yerde Derim ki ey kavmim, zulmünüz Payidar, yurdunuz çığlığımdı Ki hükmümü kendim veriyorum Yakın beni sesim sorulara dönmeden Küllerimin altında kalacak Mutluluk sandığınız ne varsa Böyle yaşandıydı bir ömür ve söz Giyotindi sözün belleğinde... Kaynak: Çocuksun Sen Ahmet Telli |
Soluk Soluğa - II
Soluk Soluğa - II
Büyük aşklar yolculuklarla başlar ve serüvenciler düşer bu yollara ancak Onlar ki dünyanın son umudu soyları tükenen birer çılgındırlar Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında Ölümle alay ederler sanki Nerde beklenirse ordaydılar bir kez bile gecikmediler ömür boyu Neydi onları ordan oraya savurup duran şey Onları daima yalnız kılan neydi bu yaşam denilen gürültüde Her dilden bir adları vardı onların ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar Sarışındılar belki de esmer yani birçok yüzün bileşkesi Ne altın arayıcısıydılar ne de aylak bir gezgin Vurulup düşseler de her kuşatmada serüvencidir onlar ve hiç ölmezler Ki onlar hep yalnızdır ve her nasılsa Bulurlar heder olmanın bir yolunu Onlar ki bu dünyada kahraman olmaya mahkumdurlar Sislenen anılar kaldı bize onlardan renkleri bozlulup duran solgun anılar Nasıl yazmalı ki silinip gitmesin bulutlar gibi çekilmesin gök boşluğuna Bileği güçlü ve gözüpek avcılar mıydı onları kuşatıp yeryüzü cennetinden atan Yoksa kendini tüketen hüzünler miydi vurulup düştükçe ışığını karartan O serüvenlerin günlüğü tutulmadı yazılmadı o insanların destan şiiri Parça parça ettirilseler bir kartala (ki sanırım böyle oldu sonları) Fışkırır yüreklerinden başarısız ihtilallerin yangınları... Kaynak: Su Çürüdü Ahmet Telli |
Sormuyorum Artık
Sormuyorum Artık
Sesim soğuk bir sis Gittikçe grileşen dalgınlıklar oluyor Sormuyorum bir yolculuğa kimle çıkılır Ve kim yırtıp atabilir elindeki son dönüş biletini de Tüm yalnızlıkları mümkün kılan birileri olmalı Ya da kalbini kederle onaran bir göçebe Özlemek o zaman bir çığlık olabilir belki, bir çığlık Sormuyorum artık biliciye de, bilgine de Aşkın darası nedir Ve mutsuzluk mümkün müdür ki o, Bir kırlangıç ikindisiydi belki de, gümüşte ve hüzne gizlenen Ödünç sevişlerden bize kalan sonsuz grilikler oluyor yalnız Ve bir çocuğun hüznüne kazınıyor, gülüşlerimizin paramparçalığı Sesimin sislenmesi bundandır Karşılığı yok hiçbir acının Herşey gölgesi kadar ağır Sormuyorum artık sormuyorum Hergün yeniden kodlanan umutlarla kirletiliyor dünya... Ahmet Telli |
Söz / De Sararır
Söz / De Sararır
Olur, aramam seni ve kimseyi Anıları pas tadında bırakırım Konuşacak ne kaldıysa kalsın Susmaktır birşeylere saygılı kılan Ayrılık da bir olanaktır bilirsin İnce bir sis, bir hüzün örtüsü Dumanlı bir ıslık yakışır şimdi Dudaklarıma, bırakıp giderim Söz / de sararır biterken bir aşk Kediye iyi bak, çiçekleri sula Diyorsam da aldırma sözlerime Alışkanlık işte başka birşey değil Söz / de sararır biterken bir aşk... Kaynak: Çocuksun Sen Ahmet Telli |
Su Çürüdü
Su Çürüdü
1 Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. Yalnızca anahtar deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri. Yalnızlık hiç de tanrısal değil, görkemli değil. O yalnızca geçmişle gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir karanlık nokta. Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli bir leke yalnızlık denilen. Şimdi ne varsa, anahtar deliğinden sızan havayla ışıkta... (Farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu da?) Bütün belleğimdekileri yokettim. Elektrikli bir aygıyla yaktım, jiletle kazıdım. Çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kül edip savurdum. Adımdan gayrısını bilmiyorum. 2 Zamanı yiyip bitirdi karanlık. Gece yoktu. Güneş çoktan kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü. Yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak gibi yırtıyordu. Saklayan kırbaç gibi... Acı duvarını aşan bu sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu zorluyordu artık. Sesim yoktu. Karanlığın karnında yitirdim sesimi. Kör bir kuyuda unutulan Yusuf'tum belki. Ama durmadan soruyorlardı. Tanrılar bilmiyordu sordukları şeyleri, peygamberler büsbütün hain çıkmıştı. Ama yine de soruyorlar, soruyorlar, soruyorlar... Adımdan gayrısını bilmiyorum. 3 Iki şeyi bilmek istiyorum. (Belki aynı şeyi iki kere bilmek istiyordum.) Duvarların rengi neydi? Derimin rengi neydi? Dokunuyorum duvarlara; parmak uçlarımla, avuçlarımla, dilimle dokunuyorum. Duvarların bir rengi olmalı. Ama hiçbir duvarcının, hiçbir ressamın bu rengi bildiğini sanmam. Adı yoktu bu rengin, kimyası yoktu. Belki renksizliğin rengiydi bu. Çürüyen bir bedenin kokusuydu duvarların rengi... Adımdan gayrısını bilmiyorum. 4 Bir böcek gibi antenlerimi gezdiriyorum bedenimde. Anahtar deliğinden sızan ölü ışıkta ellerime bakıyorum. Ellerim... Sanki bir kadının memelerini hiç okşamamış, sicaklığını duymamış. Ellerim... Her dizesi çığlık olan şiirleri hiç yaratmamış sanki. Ne beyaz tenliyim artık, ne esmer, ne de kara... Cüzzamlının, vebalının bir rengi vardır. Irinin bir rengi... Ölünün bile bir rengi vardır ama derimin rengi yoktu. Belki çürüyen bir kentin rengiydi bu. Çürüyen bir dünyanın... Adımdan gayrısını bilmiyorum. 5 Killi, ayakları üzerinde duramayan bir yaratıktım artık. Soyumun neye benzediğini unuttum. "Insana benziyorlardi" diye duymuştum bir vakitler. Demek ki şimdi maymun halkasında insanlık... Adımdan gayrısını bilmiyorum. 6 Ağzımı anahtar deliğine dayayıp havayı emiyorum. Böcek sokması gibi bir yanma duyuyorum boğazımda. Oysa kuru bir yaprağı bile dalından düşürecek gibi değil bu esinti. Belki çöle dönmüş toprağa tek yağmur damlasının düşüşü yalnızca. Çamur gibi bir yağmur damlası... Ama toprak, bu damlayla çatlatacak bağrındaki tohumu. Çöl, bütün vahalarını bu damlayla yeşertecek... Genzim yanıyor. Ince bir kan şeridi sızıyor dudaklarımdan. Kirli, sıcak ve simsiyah... Adımdan gayrısını bilmiyorum. 7 Suyum, bir litrelik karton süt kutusu içinde. Yetmiş iki gündür sakındığım ve hergün ancak bir kere dudaklarımı değdirdiğim... Dilimi bir köpek gibi değdirdiğim. (Dilin suya dokunuşu... Bir süngerin denizi yutuşu yani. Bir çölün seraba kesilmesi bir an için.) Her gün ancak bir kere değdiriyorum dudaklarımı suya. Dilimi kaçırıyorum artık. Sünger, bütün vantuzlarını birden uzatmasın diye... Bataklıktaki suyun da bir su yanı vardır. Çürüyen bir bedenin bile dayanılabilir kokusuna. Kutuda kalan son bir yudum su, bu bile değildi artık. Küstü, öldürdü kendini su... Su çürüdü... Adımdan gayrısını bilmiyorum… Kaynak: Kalbim Unut Bu Şiiri Ahmet Telli |
Suçlama Beni
Suçlama Beni
Suçlama beni böyle bırakıp gidiyorum diye bağrımı yakan bir yaradır bu ayrılık şimdi Bil ki kanımdadır sevişmelerin yangını öylece girerken gecenin bağrına taşıyorum sımsıcak gülümşeyişini Yaşanan günler hayatı oyarak gedikler açıyor durulur mu artık durgun sularda bekleyerek seheri Talan ediliyor bahar ve aşk öyle bir soyun ki duracak gibi değil vurmazsak eğer kendimizi yola Yaşamak zorunlu kurtarılırsa eğer bahar ve aşk ve şimdi hayat acı yeşil bir kader renginde Hayatın ve sevincin kaderinin altettiği yer kavganın ortasıdır ki umudun çiçeklenişi aşkın yengisidir bu Söylenecek bütün sözler sevincin ve sevdanın savunulmasına dairdir ve şimdi onlar yaralarını saracak birilerini beklemektedirler Ey anısıyla kalbimi yakan kederlenme hemen ve suçlama beni böyle bırakıp gidiyorum diye... Kaynak: Sakli Kalan, Yazko Yay., Ist. 1981 s.41 Ahmet Telli |
Sunu
Sunu
Filler mezarlığında fil ölüleri Ve belki birkaç da şiir bulursunuz Ki o şiirler kendi ölümlerini sezen Birer kuğuydular kuytu sularda... Ahmet Telli |
Suskunun Saati
Suskunun Saati
Susar kuşlar Susar kent Cadde... Sokak... Kurulur suskunun saati Öpüşleri nasıl da soğuk sevdiğimin Donup kalmış Sevda kokanı bile sözcüklerin Buz tutmuş şiir Buz tutmuş türkü... Kurulmuş suskunun saati Gelinir sonra Hem nasıl gelinir gör Devinir tarihsel birikim denizi Çatlar tohum... Çatlar zaman... Kırılır suskunun saati Gör nasıl kırılır... Ahmet Telli |
Şahmaran
Şahmaran
Sedef, safir ve kör uyku, dünden Kalan bir aynaya vuruyor düş gibi Ve kâhinin her remil atışında ölüm Kara değil, karada havada ve suda Ağlayan narım da çatladı çünkü ben Çocuklarımı kaybediyorum dağlarda Dağlar ki ceylan yurdu, bir gülistan Olsun içindi düşerse yolu Şahmaran’ın Ve anılardır diye bilinen Şahmaran Belleğin derin kuyusundaki uykusunu Bir hançerle kesip çıkmalıdır günyüzüne Ve bırakarak derisini çöl iklimlerine Tozlaşan ve durmadan tozlanan keder Sedef, safir ve kör bir uykuya dönerken Çöl hep çöldür, daima çöl, gri söylence Ve buhurun incelttiği ölümcül bir büyü Gülen ayvamı soruyorum ağlayan kızımı Nerdesin bunca zaman ey Şahmaran Dağlar ceylan yurdudur, bir gülistan Düş yollara, keder öcünü almalıdır çünkü... Kaynak: Çocuksun Sen Ahmet Telli |
Şair Bahşişi
Şair Bahşişi
Ölürüm diyor ki, - Ne diyor ölüm? - Cemal hariç değil! Diyor ki, - Ne diyor Cemal Süreya? - Her ölüm erken ölümdür / üstü kalsın - Olur diyor ölüm, kabul! Ahmet Telli |
Şen Olasın Halep Şehri
Şen Olasın Halep Şehri
Hiç kimse yakıştırmamıştır hüznü kendine hüzünler ki aşkın ve şiirin yıllanmış şarabıdır damıtılmış acıların imbiğinden hüzünler ki şairlerin yüreğinde uçuşan sararmış çiçek tozlarıdır biraz da şairlere özgüdür hüzün Bozkırın yalımına direnen solgun bir gül gibi yüzün Acının sabrın ve yalnızlığın sessizliği sararıyor yorgun güzünde alnının ve artık bir şey bırakamıyorsun bekleyişlerden başka kendine biraz da şairlere özgüdür bekleyiş Hiç kimse senin kadar alışkın değildir ayrılıklara ayrılıklar ki nişanlısıdır hasretin acılar ve türkülerle çeyizlenir bekleyişlerin sararan güzüne ve hasret kızıl bir güldür ayrılıkların mendiline nakışlanmış biraz da şairlere özgüdür hasret... Ahmet Telli |
Ters Yüz Edilen
Ters Yüz Edilen
Ne gözlerindeki çöl yalnızlığı Ne de yüreğindeki sönmüş volkan Büsbütün kopmuş sayılır yaşamaktan Şüphesiz eski bir frenks kadar Alışkın değilsin bekleyişlere Ama suskunsun bir sfenks kadar Susmak birşeylerin anlatımıysa Şüphesiz en anlamlı şeydir susmak Uzak dağ yalnızlığını anlatmak Ürpertse de bir şairi her zaman İnsanın en görkemli yanı yaşamak ve susmak belki de İkisi de sevgiler kadar anlamlı Susmak birşeylerin anlatımıysa Şüphesiz en iyi anlatıcıdır doğa... Ahmet Telli |
Vuruşkan Bir Şahandır Umut
Vuruşkan Bir Şahandır Umut
Tuzağa düşmüş bir ceylanın bakışındaki hüzün değildir umut Kınalı keklik gibi ürkek bir kuş da değildir Ne yalvar-yakar olmuştur zulmün pençesinde ne de düşürmüştür kırların ve türkülerin onururunu yere Baharda bir tomurcuk gibi patlayan öfkedir umut barajını yıkan bir ırmaktır açılır serpilir ve büyür kıyısında sevda Emzirir aşkı emzirir ve büyütür gül nakışlı sabırlardan ferhat'ın direncini bin yılların sabır taşını çatlatırlar açar bin yılların kapısını Düşmana dönük bir mavzer gibidir umut yaratır tetik ve parmak en gürbüz çocuğunu tarihin... Ahmet Telli |
Yak Sevdanın Çırasını
Yak Sevdanın Çırasını
Ne hüzünler kurtarır seni ne çeyiz sandığının ceviz gölgesi ve ne de acının ses duvarındaki yorgun ve bıkkın bekleyişler Acılar karartmışsa bile günlerin duvağını düşürmüşse de ilkyazın tomurcuklarını fırtınalar hayat kendini yeniden yaratan bir bahardır verecektir en olgun meyvelerini mutlaka yeter ki hüzünler sarartmasın yüzünü Yak sevdanın çırasını türkülerle barajını yıkan bir ırmak gibi katil hayata Hüznün isyana dönsün artık bitsin bezginliğin ölümcül suskunluğu evde kalmış bir cinsellik değildir çünkü dünya... Ahmet Telli |
Yalnızlığın Ayrıkotları
Yalnızlığın Ayrıkotları
Toprağı nasıl kavrarsa ayrıkotları ve nasıl çölleştirirse usul usul öylece sarmış seni yanlışlar çürütmüş yüreğindeki öfkenin dayanıksız tohumlarını çorak bir toprağa döndürmüş içini Zehirli sütleğenler sürülmüş ökselere sinsi bekleyişler gibi yapışkan iğrenç gülücükler serpiştirilmiş belli ki sen konacaksın acemi sekişlerle yalnızlığın bu hayın ökselerine Ve şimdi uysal bir kedi gibi sokuluyorsun gergefini sessizce işleyen gecenin koynuna Usulca okşuyorsun yalnızlığını usulca ve sessizce yaşamak diyorsun buna oysa hayat açılmamış bir yumak gibi duruyor ellerinde Ah yalnız kuş belli ki sen hiç bilemeyeceksin uçmayı... Ahmet Telli |
Yalnızlık Yasak
Yalnızlık Yasak
Yüklenmiş kanadına uzak kırların ve gecelerin kar ürpertilerini taşıyıp gelmiş buraya dek hâlâ uğulduyor ürkek göğsünde dağ başlarının çelik fırtınaları Çocuksu bakışlarında yorgunluk değil bir hasretin direnci var daha çok ama üşüyor yalnızlıktan, üşüyor tek düşmüşlüğün acımsı utancından boynu eğik bekliyor şafağı şimdi Bir yalnızlık mıdır bunca çoğaltan acıyı ve biberli yanılgıyı ve bir yalnızlığı kabullenmek midir inceden ve usuldan başlatan yürekte burgaçlanan sancıyı Sessizce çekilmiş dostların arasından bir yanlışı sürdürmenin ortasından kendince Ayrımına bile varılmamış o yangın günlerinde Ama üşüyor şimdi kar fırtınasına tutulmuş gibi üşüyor yalnız kuş Şimdi biliyor artık yalnız kuş biliyor ki artık gecikmiştir yolcular varmıştır varacağı yere Anlıyor ki şimdi yalnız kuş yalnızlık yanlışlığın ilk adımıdır... Ahmet Telli |
Yalnızsan Eğer
Yalnızsan Eğer
hayatın devraldığı sessiz bir özsudur acı birikir yüreğinin kıvrımlarında ve ağar gözlerine ağır ağır bulutlar yere inmiştir artık ya da gurbettesindir unutma bir hayalet gibi kapındadır yalnızlık denen şey ufkun kararabilir birden için çölleşebilir kaçışın bile bir adımdır ya da dönüşündür kendine unutma Her sayfası kederle kararan bir hüzün defterine döner günler ve her sabah "merhaba hüzün" "merhaba yalnızlık" diyerek başlarsın hayata ama hayat bağışlamayacaktır seni unutma Üstelik günlüğü yoktur hüznün hiç bir zaman da tutulmayacaktır serüvenlerin yorgun yeniği elleri titreyen yaşlı bir kadındır hüzün ya da hasta bir tanıdıktır ancak hepsi o kadar unutma... Ahmet Telli |
Yaşanan
Yaşanan
Bir süredir kuşlar da yok Kentin bulanık göğünde Dumanlı bir uğultu Uzayıp dururken sokaklarda Ürküttü bütün kuşları da Öfkeyi kollayarak sakin Kalabilmenin zamanıdır Biliriz ki bizimledir doğanın Ve sevdanın gülümseyen sevinci Ve onlar sahip çıkacaktır bize Biz ki acılarla olgunlaştık Biliriz kederi, kahrı ve zulmü Aşkı ve hicranı da biliriz Nice onmaz denilen yarayı Acılarla sargılamadık mı Ve ölesiye bağlıyızdır Sevdamızı paylaşan Uzak ve yakın dostlara Ki ahde vefa denilen şey Bizimle girmiştir kitaplara Ama neler getireceğini yarının Ve neler alacağını bizden Hesaplamanın zamanıdır Bel bağlayamayız çünkü Feleğin ve zalimin insafına... Ahmet Telli |
Yeniden Yaşanacaktır
Yeniden Yaşanacaktır
Bir kent nasıl öldürülür göz göre göre ben inanmıyorum, kim ne derse desin Sodom ve gomore efsanelerde kaldı yaşanan bir başka tarih şimdi şöyle bir dokunsak toprağa yalınayak duyacağız belki tarihin akışını Bahar da gecikebilir unutmayalım böyle okuduk hayatın kitaplarından Hele vakt erişsin, sevda dal versin uzanacağız bir sabah çiçekli bir ağaca Unutmayalım aşkın sımsıcaklığını suskun bekleyişlerini varoşların Kitapları, fabrikaları unutmayalım Unutmayalım dağların öyküsünü Zincirlerini kırmasını bilir bir kent Aurora'yı unutmayalım Kışlık saray ne kadar dayanabilir hayatı kollamasını bilenlere... Ahmet Telli |
Yenildik
Yenildik
Yenildik; Şimdi kim bilebilir zakkumun O kekre tadını bizim kadar Tenimize sinmiş sülfür kokusunu Soluğumuzdaki cıvayı kim duyar İntikamcıydı bilim, sezgimizse Gölgesi sulara vuran bir ceylan Neyi yaşamışsak ömrümüz diye Derimize yazdı o vak’anüvis Kehribar saplı bir hançerle Kehânet kuyularında sınandık Terkettiğimiz her şehir yakıldı Anıtlar dikildi kahhar ve kutsal Zamansa bir karadeliğe dönüştü Belleğimizin oksitlenen çöllerinde Çöl ve moraran cesetler, rüya Kâbusa dönüyor cinnet saatidir Coğrafyanın bu yakasında bir halk Kendi oğullarını boğazlıyor artık Kûfi bir cesaret oluyor cinnet Biz keder diyorduk, tarihmiş Dilimizde işte o kil ve kül tadı Şimdi kim bilebilir yenilginin O kekre kokusunu bizim kadar Soluğumuzdaki cıvayı kim duyabilir... Kaynak: Çocuksun Sen Ahmet Telli |
Yolcu
Yolcu
I Gün ağarmadan yola çık sislenmeden bütün dağ taş Dönüp dönüp bakma artık bir ozan gibi ayrılığa düş Dehşetli bir acıdır belki uçurum, orman ve rüzgar ve ağzında kuş tüyleri taşıyarak geçen bulutlar Neyi bırakmışsan geride bir kül yığınıdır şimdiden ömrün gibi savrulup gider işte Ama ıslığını unutma sakın bir türküdür yine de yolcuya en çok yakışan II Dağın eteklerine vardığında şöyle bir dur ve soluklan sonra meşeliklerin orada sırtüstü uzan gün batarken Dinle bir an ormanı ve suyu başlayacaktır az sonra doğanın yabanıl konçertosu hışırtılar içinde kalacak ova Kayıp giderken bulutlar usulca sokulacak yüreğinin gizli geçitlerine bir rüzgar Buğulu türküler duyacaksın ve aşk çılgınlıklar bekleyecektir yolları uçurumla kesilenlerden III Dizginlerinden boşanmış bir at gibi soluk soluğayken doğa soluğun yetiyorsa yaylanıp tut yelesini ve katıl rüzgara Unutma ki yalnız değilsin yüreklendiriyor seni aşk ve birdenbire boşanan bu çılgın sağanak Aşk ile sağanak hep aynı kokuyu taşıyacak hangi kentte bir koklasan Yolculuklar özetleyecek ömrünü Gülüşü ve hüznü sürükleyen büyü elinde bir gül olacak sevdiğinin... Ahmet Telli |
Zaman Kekemeydi
Zaman Kekemeydi
Gün bitti, elindeki güller de soldu anımsanacak neler kaldı bugünden paylaşılmış olan nelerdi sımsıcak belki bir türkü söyleriz geceye karşı saçlarını tarazlayan bir şafak olur Zaman kekemeydi ve tarihe sızan soytarılar gördük genç ömrümüzde ölüm peşimize düşende bir göçebeydik suretimiz ağardı kurulan darağaçlarına bütün sığınaklar uçurumlara açılırdı Rüzgâr suyu soğutsun şu terli bedenlerimizi ve aşkı düşünelim biz, destan yalnızlıkları konuşursak akşam olur ve yine yağmur yağar gidersek gülüşler azalır buralarda kim bulur kayıp adresteki dostları Bir karanlığa bakıyorum bir de zamana ay büyüyüp bir gül oluyor ellerinde senin ve ancak yeni bir yorumu oluyor aşkın saçlarından sızan bu karanlık yağmur ayın çağıltısıyla tutuşuyor begonyalar Saçlarındı diye düşünüyorum ömrümüzü çözdükçe savrulan rüzgârdı saçların ve ikide bir aklıma düşüyor aynı soru - Aşkı bilmiyorsam nasıl değiştiririm kendimi, seni ve bütün dünyayı... Kaynak: Belki Yine Gelirim Ahmet Telli |
Zulme Direnmektir Hayat
Zulme Direnmektir Hayat
On beşine bastımı dudaklarında bir türkü elinde bayrak kavga sokaktaki oyuna benzer artık çocukluğu benzemez çocukluğa Deniz okşayabilir mi sarışın bir dağın rüzgarlı saçlarını uzanarak yelesine hayatın tutuklayabilir mi zindanlar onun vuruşkan sevdasını Açar da acının rüzgarına hüznün solgun yelkenini ne zindan karanlığı ne zulüm ne işkence indiremez dudaklarındaki gülümsemenin bayrağını... Ahmet Telli |
Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 20:40. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.6.0 RC 2
Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.