![]() |
Kalıt
Kalıt
Acım, beni bir gün boğabilir Kalırsa bir çığlık benden kardeşler Koruyun, saklayın onu ne olur. Her insanın kendince bir tarihi vardır Bir seyir defteri, ağaca atılan çentik belki Hani bir gün dönülür de bir şeyler anımsanır. Kimsesizim, dalsızım, duraksızım şimdi Yaşamla aramda çözülmedik ne kaldı? Bütün köPage Rankingüler atılmış, yollar yokluğa çıkmıştır. Yaralarımı sağaltacak söz nerde? Bazı kitapların altı çizili yerlerinde mi? Şimdi her çizgiye bir kan yolu yürümüştür. Tanımlara sığmayan sözlerim varsa da Bir gün, kendini deşen hançerden öte Bir şey olmadığım nasılsa anlaşılır. Şaire ölmek yaraşır, filiz sürerken şiirleri Tufanların alıp götürdüğü bu toprakta bitek Birkaç sözcük mutlak kalacaktır. Acım, beni bir gün, beni bir gün boğabilir Kalırsa bir çığlık benden kardeşler Koruyun, saklayın onu ne olur... Ahmet Erhan |
Kokteyl
Kokteyl
Evlerde, güneşin kapadığı evlerde Bir çocuğun güzel günler düşündüğü Molotof kokteyl yaptığı Bir ölçü cin, votka, nane likörü, soda Ve sonra birbirine bir güzel karıştırdığı Bir ölçü ölüm, hayat, acı, mutkluluk Go home amerika! Go home amerika! -Altıncı filo büyük bir törenle karşılandı On-onbeş kişilik bir topluluk Sol yumruğunu gökyüzüne doğru kaldırdı Dostlarımız gücenmedi bile Babam o günlerden beri bir gül tutar elinde Büyütür de sular kendisi sanatoryumda yatsa da Go home amerika! Go home amerika! Heybeliada'ya her gidişimde dünyaya ne oldu diye sorar Mersin'de gün geç doğar, erken batar O çocuğun gözleri yedinci filodur akdeniz'de Cemal Abdül-Nasır'a selam götürür en olur olmadık yerde gökyüzüne bakan çocuk Güneş, ay, bulut, merih, uranüs, satürn Artık ne bulursan hepsini karıştırıp Bir kokteyl yapabilir misin? Yedinci filo gün ışığında yola çıkar Ve uğrar bütün limanlara... Ahmet Erhan |
Küçük Balıkçı Köyü
Küçük Balıkçı Köyü
Ağlar asılmış evlerinin önüne yakalamak için yıldızları. Akşam olunca yanan gaz lambalarını yem olarak kullanıyor bura insanları. Yıldızlar bir gece olsun kanmıyor bu yemlere. Ne bu düş gidiyor oysa ne de yoksullukları. Ahmet Erhan |
Küçük Harfler
Küçük Harfler
Adını büyük harflerle başlattığım Hayat Gitgide dayanılmaz oluyor Buzdolabında çocuk ölüleri Sokak korkusu, anason yalazı - Beni niye kimseler sevmiyor? Ki ben Hiçlik’e adanmış bir asansör kuğusu Üçüncü kattan sonrasını hatırlamıyorum Boynumu büküp kıvrılıyorum -Ama niye beni hiç kimseler sevmiyor? Kendi küçük harflerime sığınıyorum... Ahmet Erhan |
Kül Altındaki Kor
Kül Altındaki Kor
Gökteki bulutlar yüreğime yağıyor Bende iki dünya çarpışıyor artık Biri umutlu, devingen, gözüpekçe yaşıyor Öbürü masallarda sarhoş ve ezik. Toprağı avuçlarımda elliyorum usulca Bir kum saati gibi akıyor ömrüm Tükenecek bir gün o kumlar da, ey doğa Tekrar doldurmak için kalacak mı Güneş, daldan dala sıçrayarak yürüyor Bir neden var mı mutlu olmamam için? Daha ne kadar yaşadım ki şunun şurasında Adını biliyor muyum bütün çiçeklerin? Konuşturmayın beni, dilim sürçüyor Alışkın değilim söz etmeye sevinçten, mutluluktan Gideyim artık, kül atında kor gibi Dursun onlar, dönüp üflerim bazen... Ahmet Erhan |
Lades Kemiği
Lades Kemiği
Boğuk boğuk bir siren sesi Güz yağmurlarının geri çekildiği aklımda Aklımda geceler boyu Çınlayan yalnızlık Cam kırıkları, yağan kar üstüne vuran ayışığı Odam soğuk Sevgilim yok Bir yılbaşı ağacının bütün lambalarının söndüğü aklımda Anı bile değil artık Her gün bir arkadaşın öldüğü Aklımda, tütün kokan ağzım üstüne maydanoz yediğim ama yine de anneme yakalandığım Denizden yükselen buğu Güneş vurunca Portakal bahçelerinden dağılan koku Solgun şafak, kırağı yeli Odam soğuk Sevgilim yok... Aklım, kırılmayı bekyelen bir lades kemiği... Ahmet Erhan |
Limon
Limon
Seninle aynı lojmanda, bana bir ev verseler İstifa ederdim şerefsizim, gerçeklerimden Sabah geç, akşam erken Giderim, gelirim Haberim bile olmazdı saatlerden Sen bir kompartıman dolusu insansın Havva'nın 20. yüzyıla aktarılmış renkli fotokopisi Sen ey bir zamansızlıksın ki... ne zaman geleceksin Her yerlere erken gelmekten rötarlı Alnımda 1 sivilce büyüdü yokluğunda 3 kasa bira, 18 paket Camel, 23 damla gözyaşı Simyadan kimyaya iltica etmiş rönesans yüzüm Her geçen gün biraz daha kazıdı aynaları Altından ne mi çıktı?. 24 ayar hüzün Ben bu geceyi bitiririm de, aydınlık nerde Bu da güya aşk şiiri, realizme seyrediyor İş, ekmek, hürriyetle doldurdum seyir defterimi Baktım ki iş ekmeğe, ekmek hürriyete yabancı Bu alçak ironiyle yatmasam, ben intihar ederdim Benzemezdi bu alacakaranlıktaki Ülke'nin en eski baskısına Ederdim sonra Cumhuriyet'in uzak bir köşesinden sizi seyrederdim Bir gün için votkanıza limon oldum iyi ki... Ahmet Erhan |
Macera
Macera
Omurgasız bir acı Bedenimde uluyor Tenha otobüslerin kız kokan yalnızlığında Elim elimle buluşuyor Kulağımın arkasında takıyorum ömrümü Gecenin en olmadık Saatlerine taşınıyorum Bir şairin kendi halinde Bıyığını ve şiirini fazlalık sayan... Gitgide kendime Yakışıyorum Ortayaş göbeğimi aynalardan sakınaraktan... Gitgide kendime yakışıyorum Ortayaş göbeğimi aynalardan sakınaraktan Bir alçak sakladı Ve unuttu beni zulasında Sanki Bir ölüm başka bir ölüme Miras bıraktı Bitti Sandığım o mecara Hep yeniden başladı... Ahmet Erhan |
Mevsim Hadiseleri I
Mevsim Hadiseleri I
Alkol ve tütün Ben ölümü bunlarla yendim Ağaran bir tanın küf kokusunda Sabah savaşlarında Uçarı bir neferdim Herkes işe giderken ben sızardım Garip bir kitaba, tuhaf bir kitaba Gün ışığından sözcükleri sağardım Sığardım kendi dünyama Ekmek ve kadın Ben hayata bunlarla yenildim... Ahmet Erhan |
Mevsim Hadiseleri II
Mevsim Hadiseleri II
Aynaya baktım, sahiden yaşlanıyorum Çocuğumun boyu belimi geçti Gözlerimde tuhaf bir uçurum derinliği Alkolden mi? Yok, ben sadece akşamları içiyorum Okyanuslardan sığ sulara erişmenin tedirginliği Kimse farkında bile değil, bakıyorum Sevmezdim, gidip duvarlara yazılar yazıyorum Alnımda bir başkaldırının soluk izleri Polis amca, diyesim geliyor, polis amca Çocuklara bu gecelik işkence etme! Türkiye saat 24'te demokrasiye geçecekmiş Öyle diyor yorumcular bütün özel TV'lerde Aynaya baktım, sahiden yaşlanıyorum Polisler yaşlanıyor: Demokrasi gelecek! Elektrik, konutlarda ve sanayide kullanılacak Türkiye büyük ülke, elbette biliyorum Yağmurun üstünü kanla kapatıyorum... Ahmet Erhan |
Milli Coğrafya
Milli Coğrafya
Mutluluğum 39 derece ateşle yatar Dünyanın 42 derece enlem 26 derece boylamında Öğretirler Edremit’le Van arası kaç saat tutar Kanadı kırık kuş hesabıyla Hayatın dulu, ölümün ilk aşkıdırlar Bu ülkede bir çift kulak ve göz olanlar Ölüm tarihleri yazar nüfus kağıtlarında Sarhoşluğum 80 dereceye çıkar Meyhane taşradan musalla görünür amma... Oturdum kalbimin nüfus sayımını yaptım Bir iki dost, çuvalla düşman Ben ki iki lafı biraraya getirmeyi bilmem Haklıdırlar her şeyde dostlarım ve düşmanlarım da Ve mutluluğumuz 39 derece ateşle yatar Öyle ya da böyle Türkiye mezbahasında... Grevciler, şairler ve seracılar Don olayı bekleniyor, son uyarı Sinop’la Anamur arası bir kuş uçar Kanadı kırık ama göğsü kınalı... Ahmet Erhan |
Ne Balık Ne de Kuş
Ne Balık Ne de Kuş
Kiraz mevsiminde rakı içmedim Yatmadım olmadık kuytuluklarda Serumlarla doldur boşalt yaparken bedenim Bekledim sessizce gönlümün ücrâlarında Dünyaya yine de bir ağırlıkmış hacmim İzmit'te bir sevgili, ölüm oruçlarında iki çocuk yitirdim Ne ilgisi var, Türkiye buralar Alnımı toprağa yapıştırıp yürüdüm Şairler, hükmüm bir kör tırnak kadar Kalksam attığım her adım kan kuyusu Otursam sağım solum uçurum Kimyama derbeder hayatlar karışıyor Ölsem sanki buğum camlarda yaşıyor Kiraz mevsiminde rakı içmedim Demek ki İstanbul bana böyle yakışıyor... Ahmet Erhan |
Nostalji
Nostalji
Sevgili ölüm Damarlarımı genişletiyor yalnızlık Çağırıyor beni toprak kokusu Odam dağınık İğrenç bir sabah Ağzımda hala alkolün buğusu Sevgili ölüm Uğulduyor kulaklarım Bir tek nefes bile çekmediğim sigara Parmaklarımı yakıyor Bedenim Bir de çocukluk Yokluyor arasıra Belki de evet belki de Dönüş yok artık Hiç değilse benim için Sevgili ölüm Penceresinde mızıka çalan Bir çocuğu anımsa Ne zamanlar Denizin karşısında Sevgili ölüm Artık anlıyorum şimdi anlıyorum Ben hep yaşayarak Seni büyütürmüşüm Gün gün... Ahmet Erhan |
Oğul
Oğul
Anne ben geldim, üstüm başım Uzak yolların tozlarıyla perişan Çoktan paralandı ördüğün kazak Üzerinde yeşil nakışlar olan Anne ben geldim, yoruldum artık Her yolağzında kendime rastlamaktan Hep acılı, sarhoş ve sarsak Şiirler çırpıştıran bi adam Kurumuş kuyunun suyu, incirin sütü çoktan çekilmiş Bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi Ayrık otları, dikenler bürümüş Kapıdaki çıngırak kararmış nemden Atnalı ve sarmısak duruyor ama Oğlum, mektup yaz diyen Sesin hala kulaklarımda Anne ben geldim, ağdaki balık Bardaktaki su kadar umarsızım Dizlerin duruyor mu başımı koyacak? Anne ben geldim, oğlun, hayırsızın... Ahmet Erhan |
Ortak Pazar
Ortak Pazar
Yurdum teneşire düşmüş toprak Denizlerinde kendini yıkayarak Dur şöyle düşün bir, nereden geldin Ve kuşkulu nereye gideceğin Mamak'ta sarılan sigaradaki kan kokusu Duman duman savrulur birahanelere yalınayak Yurdum teneşire durmuş toprak Anla, kuğunun son türküsü bu Belki ben yanıldım, sakal bıraktım Her gün oraklanan ekinlerini hiçe sayarak Yanıldım da ne yaptım, kendime sapladım Tırnaklarımı kınından çıkararak Teneşir teşnesi yurdum, tecrit hücresi Her karış toprağın, her parmak taşın Türkçeye yurtsama diye çevirmeseler şu nostaljiyi Serseri olmazdım, boyunbağı takardım Yurdum teneşire durmuş toprak İşgencenin acının ve ölümün ortakpazarı Al şu sekizyüzondörtbinbeşyüzyetmişsekiz kilometrekareni Ört altmış milyonun üstüne bir mezar olarak... Ahmet Erhan |
Otobiyografi
Otobiyografi
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar Yalnızlık, ölümün üvey kardeşi Eve hep geç saatlerde gelen babaların ayak izlerinden yükselen buğu Bir toprağın, dalına dokunamadığı yerde büyüyen boşluk Ayışığında kaldırımları süpüren bir kadının ikide bir durup, burnunu önlüğünün koluna silmesi Gibi boğuk, gibi çıldırtıcı, gibi silik Sana artık Ahmet Erhan diyorlar Nereye gideceğini yitirmiş yol, uçurum, dağ, bayır, çöl Bir kuşun kanadından çıkan kav Bir kibritin ömrünün, bir tek sigarayla sınırlı olması - Alkol, kendileri seni seviyor Her el titremesinin bir fotoğrafını çekmeli yanık masa örtülerinin, kırık bardakların Günışığında herşeyin, herşeyin görünmesi Gibi iğrenç, gibi gerçek, gibi anlamsız Sana artık Ahmet Erhan diyorlar Tökezlemiş söz, suskun türkü, rendelenmiş umut kırıntısı Şiir... alkolik bir babadan artakalmış sarışın güz boğuntusu Çıkılmaz buradan artık diyor bir ses, hiç değilse kapıları iyice örtün Soğuk, yalnızlığa özenip girmesin içeri Gibi sinsi, gibi alaycı, gibi bungun Sana artık Ahmet Erhan diyorlar Kötümserlik, kusmukların çiçek kalıplarına dökülmüş hali Herşeyin göreceli olduğu bir dünyada iş mi bu şimdi Değişimlerin bir türlü dönüşüme varamadığı yerlerde Aklımı teğelliyor bir çocuk durup dururken Gibi çılgınlığa, gibi serseriliğe, gibi ölüme Sana artık Ahmet Erhan diyorlar Parmak damgasının mülkiyete yettiği bir çağda Yüreğini kağıtlara basmanın bedeli Damarlara dolan toprak kokusunun hep ölümü çağrıştırdığı Yaşamın, konuşulan en eski lehçesi Gibi okunmayan, gibi tozlu, gibi gülünç Sana artık Ahmet Erhan diyorlar Diklendikçe, kendi rüzgarından başı dönen gurur Yürüdükçe, yollardan pencerelere yükselen buhur Çok şey görmüş geçirmişsin biliyorlar Gibi ölüm, gibi aşk, gibi şiir Sana artık Ahmet Erhan diyorlar Akdeniz 1958.1.72, 60 kg., evli, karısı hamile, iki paket sigara. sabah dokuz akşam yedi. - sahi ne vardı başka? Evet, diyorlar ve ekliyorlar: Önüne geleni öpme isteğiyle dolu bir insancıllık Sonunda götürse götürse, çiçek götürür kendi mezarına Gibi deli, gibi meczup, gibi seyda Ve keçeuçlu bir kalemle yazıyorlar: Doğacak çocuğuna ad düşünen nihilizm Sabahın alacakaranlığında, bir uçurum önünde bekleyen dirim Sana artık Ahmet Erhan diyorlar... Ahmet Erhan |
Öğüt
Öğüt
Duvarlardaki kurşun deliklerini Çiçeklerle kapla artık Eve erken dönersen iyi olur Öyle çok düşünme geceleri Yurdumuz, kimsesizlik, yoksulluk... Birahaneler sigara dumanı, Parklar, çimlere basmayınız Yollar daha kalabalık Bir şey eksik, bir şey eksik Diye düşünmesen iyi olur Bu şarkı kırık dökük Nasılsa sensiz de bir son bulur. Ama şimdi biliyor musun Mezarlıklara yürü artık Ne kadar genç ölü varsa Ölüm tarihlerine bu günü yaz Sonra ağlasan iyi olur Sustuk, kendi içimize gömüldük Anlıyor musun biraz... Ahmet Erhan |
Ölmek Yasak
Ölmek Yasak
Yaşamak, yeni bir emre kadar yasaklanmıştır. Bundan böyle kimse soru sormayacak. Şairlerden ve peygamberlerden çekmediğimiz kalmadı bunca yıl, başımıza gelmedik bela... Tarih konuşuyor, dinleyin! Kapılar sürgülenecek ve özellikle geceleri kimse sokağa çıkmayacak. Gelecekten ve güzel günlerden söz etmek serbesttir; ancak, simge olarak "güneş" kullanılmayacak. Herkes kimlik kartına, kullanıldığı maske sayısını da eklesin. Çünkü her biri için tarafımızdan vergi iadesi uygulanacak. Şair konuşuyor: - Ölmek, yeni bir emre kadar yasaklanmıştır! Ahmet Erhan |
Ölüm Bile
Ölüm Bile
Ölüm bile geç kaldıktan sonra Bütün ilkleri sona bırakmanın belki de tam zamanı Ben herşey bir ırmaktır sanırdım Bunun için günlükler tutmaya kalktım Ve tarihleri karıştırdım nasıl da Aldım şapkamı gidiyorum şimdi İniyorum kentin çekirdeğine kendime yeni dalgınlıklar buldum son günlerde Dev yapılar, ufuk çizgisinin önünde birer parmaklık gibi Kırmaya kalksam çocuklar uyanacak Ben odama döneyim en iyisi Öyleyse nice yağmur Niye bir kız saçı gibi sokaklarda Aynaya baksam kalbim görünür Aklımda gitgide büyüyen yara Bir ağacın en uzak dalı gibi sessizce çürür Ölüm, evet ölüm bile geç kaldıktan sonra... Ahmet Erhan |
Ölümün Sözlüğü
Ölümün Sözlüğü
Yirmi dokuz çesit ölüm buldum, bir de sen düşün Artık yağmur altında mı olur Nasılsa gözyaşları yosun tutmaz Bellek denen o orospu, ardından koşturur da kimseyle yatmaz Bir gün gidenler de unutulur Kaç şiir yazdım ki ölümden söz eder Kimi görsem "daha ölmedin mi", der gibi yüzüme bakar oldu Arapçaları, İtalyancaları, Türkçeleri ayıramasam da Sıfat, fiil, ad, zamir Ölümün sözlüğüne çalıştım, yıllar boyu Ey fiilden türeyen ad dudaklarıma yakışsan da, bedenime bir türlü yakışamadın gitti kulağa bunca hoş gelen bir sözcük olmasaydın şu Türkçede Başka bir şair olurdum belki Belki değil, kesin Ölüm ölüm ölüm Yirmi dokuz çesit ölüm buldum, bir de sen düşün Aklın kesiyorsa eceliyle ölmek gibi Ben yer veremedim bir türlü Yakıştıramadım bunu Türkiye'deki ölümün doğasına T.D.K. da kapatıldı işin kötüsü... Ahmet Erhan |
Öylesine Bir Aşk Şiiri
Öylesine Bir Aşk Şiiri
Gözlerin ipekyoludur ömrümün Akasya yüklü kervanlar geçer Çan sesleri arasında bir fener Yanar söner yanar söner yanar söner Gözlerini ipekyoludur ömrümün Kentin en kalabalık yerlerinde Dört nala koşan bir at gibi Çılgınlığa akan yalnızlığa ölüme Yazılmış şiirleri yeniden yazmak bütün Hayatı teğellemek yepyeni bir güne Ve sonra sökmek uzun uzun Gözlerin ipekyoludur ömrümün Yalnızlıktan gelir yalnızlıklara gider Düşülür her şeyin altına bir tarih Soluksuzum günlerdir geceler uzar Yaşamak dünyayı ödüllendirmektir artık Kendimi öldürdüğüm yerlerde beni kan tutar Başıma gelecekleri bile bile yürürüm Hilton Oteli'nde hu çekerim huu... İşte hırkam ben de bir dervişim Asamı vestiyerde bırakmak zorunda kalırım Nescafeyi konyakla kardığım günler gecelerdir Bakarım gözlerine eğnim silkelenir Döktüğüm acılar yıllar kederlerdir Alnıma bir avuç tuz atılır düşünemem Konuşamam ağlayamam bağıramam Neden gece her gecenin ardından gelir Gözlerin ipekyoludur ömrümün Gözlerin tarihçesi yaşayıp öldüğümün Ihlamur ağaçları altında bir Saraybosna hatırası Sen ben ve Deniz bir de rüzgarın örttüğü gençliğimiz Sen ben ve Deniz. Sen ben ve Deniz... Ahmet Erhan |
Pax Romana
Pax Romana
Uzlaştım... hayatın rengine kandım İhanet mevsiminde eve çekildim Çarmıhlar her sabah kapının dışında Ben otobüslerin tenhalığıyla uğraştım Uzlaştım... evde Pax Romana devri Sabahın köründe oğlumun dirseğiyle uyandım Hayat bu kadar kolaysa, ben ne boktan şairim Her derde deva nasılsa yeni dünya düzeni Uzlaştım... Ukraynalı bir sevgilim olursa yakında Lâzımdır, her adama Eryaman'da garsoniyer Bir de peynir, bir de ekmek, bir de aile saadeti Şairler en çok sabahları yenildi Ya da bu ülkenin beti benzi solduğunda Uzlaşsam... Sanki? Bedenim kadar arsa kaparım Rakıya birkaç buz daha atarım Sirozlu bir devrimin kaptan-ı deryasıyım... Ahmet Erhan |
Penceremde Dolanma Ayışığı
Penceremde Dolanma Ayışığı
Pencereme dolanma ayışığı Rüzgarın soluğuyla titreye titreye Ağaçların hatırını sor - Yoksul ve kimsesizdirler Denizlerin dibinde oynaşıp duran Balıkların sırtlarını ışıt Pencereme dolanma ayışığı Gözlerimle sokaklara abandığımda Yalnızlığı bulursam Öksüz ve dağınık kitaplarımı bulursam Odalarda, evlerde Her radyoda yürek tellerini titreten Bir türkü bağırırsa Pencereme dolanma ayışığı Rüzgarda el çırpan nehirleri anımsarım Teninde keklik hoplatan kırları Dallarında yeni gelinler gibi İstekle kıvranan Erikleri Eski bir pikapta Theodorakis çalıyor Bir gemi açılıyor Pire limanından Çarpa çarpa dalgalarına Dostluğun ve sevginin Eski bir pikapta kardeşlik çalıyor İç çekmeler ve bağırışlarla Titriyor teller Pencereme dolanma ayışığı Özlerim bir dostu kucaklama duygusunu Onunla ağlaşmayı sessizce Özlerim bir çiçeği öperken Toprağı öpüyormuşçasına sevinmeyi Pencereme dolanma ayışığı Yorgunum Pencereme dolanma ayışığı bu gece... Ahmet Erhan |
Röportaj
Röportaj
Ben bu şiiri daha önce hiç yazmadım Kalemler ağladı, ben yazmadım Gittim bir sürü saçmalık yaptım Bir zaman ölüme taktım aklımı Yağmurlara, denizlere, sorulara, aşklara ve daha pek çok şeye Çevremde hiç akranım kalmadı sonra Elim, ayağım, kalbim, aklım sobe! Yalnızlığın resmine bir fırça da ben attım Dönüp bir daha attım Futbol maçlarına belki ufuk çizgisini görürüm diye gittim Kadınlara, kızlara askıntı oldum bir ara Deliliğime kılıf olsun diye hep sarhoş gezdim Enlemleri, boylamları birbirine düğümledim haritalarda... Ne soracaksan sor artık Bay gazeteci, elindeki kağıda bakmadan ama Gez, göz, arpacık Patlasın flaş... Ahmet Erhan |
Sela
Sela
Gökyüzünde akan tek kişilik bir uçak gibi Devletin hava sahasını daraltan Böylece geçtim ölümlerden, altyazılı bir şiirde Kötü bir çeviriyle kendimi aldataraktan Otuzlu yaşlar intihar yaşlarıdır Ömrümüzün gazeli savrulur soluğumdan Musluklar bozuktur, kadınlar şikayetçi Bir küçük rakının, üç günlere bölündüğünü hatırlatan Ve şairlerin selaları yükselir meyhanelerden Çünkü otuzlu yaşlar intihar yaşlarıdır Gitsem, kayıt mı olsam seçmen kütüklerine Yoksa avluda uyuklayan köpekle mi helalleşsem... Ahmet Erhan |
Sesim Boğuk Çıkıyorsa da
Sesim Boğuk Çıkıyorsa da
Sesim boğuk çıkıyorsa da Aldırma Nice dağlar kırdı onu Nice denizler Savurdu Sesim boğuk çıkıyorsa da Aldırma Artık bir şeyler yapmanın Zamanı geldi Bazı şeyleri kırıp dökmenin Bir kentin sokaklarını Yeniden keşfetmenin Özlemleri, çocukluk günlerini Bir yağmur altında bırakmanın Zamanı geldi Sesim boğuk çıkıyorsa da Aldırma Nice anılar yordu onu Nice özlemler böldü Sesim boğuk çıkıyorsa da Aldırma duyuyorsun ya... Ahmet Erhan |
Sevda Şiirleri
Sevda Şiirleri
Burada bitiyor bir sevda, yenisi nerde başlar; ya da başlar mı bilmem? Kendi derinliğiyle dolan bir kuyu mu yüreğim; kendi boşluğuyla yetinen? Burada bitiyor bir sevda, ele avuca sığmayan kederler, kimi gülüşler ve bir o kadar da unutulmaya yatkın anılar bırakarak geride; belki birkaç da şiir... Sürüp gidecek yaşamım, kimi yerlerde sanki yeniden okur gibi bir romanı ve gülümser gibi yine aynı şeylere sıkıntılı, dalgın; çoğunlukla acılı. Burada bitiyor bir sevda, kaldım işte yine dağlar, uçurumlar arasında birbaşıma. Burada bitiyor bir sevda, önsöz gibiydi bir çağrıydı, daha nice yeni sevdaya... Ahmet Erhan |
Sıkıntı
Sıkıntı
Yağmur eritti elimi, yüzümü Bu dünyada bir yürek kaldım Acılar burdu düşlerimi Kanıksanır oldu ölüm denen şey Şaşırdım, ürktüm, ağladım. Bu iş de burada biter Yarın bir bilet almalıyım Nerede olursa olsun diyerek Geceyarısı kayıp giden trenler Uykularımda koca bir engerek Kendimi ölümün olmadığı Bir dünyada bulmalıyım Yorgunluğumu, tedirginliğimi Boynumdan bir kement gibi çıkarmalıyım. Yağmur eritti elimi, yüzümü Bu dünyada bir yürek kaldım... Ahmet Erhan |
Son Damla
Son Damla
Her bardağı taşıran bir son damla vardır Toprak gelince ölümle, meyhanelerde bir koltuk daha azalır Damlaya damlaya gider Ahmet Erhan, sel olur gelir ölüm Hayat buysa eğer, meğer ki aldatılşım Yalnızım... sokağın zulasında bir köpek gibi kaldım Islak bir köpek gibi ancak sabahla ayılır Sürüklene sürüklene götürülür Ahmet Erhan Komiserim, tebdil-i hayatta şiir vardır Şimdi bir ölsem ve artık hiç konuşulmasam Çocuğumun belleğini kefenimle silsem Anlamam ki nicedir yaşım murada ermiş dölüm Neden her çocuğun ille de bir bir babası vardır Oğlum, zaman ağır, gün ağır, gece acıya aşinadır... Ahmet Erhan |
Sunu
Sunu
Bedenini bir dünya haritasi gibi dizlerime Serip de, yollar aradım yürümek için İçime çekmek için hava, koklamak için çiçek Ve bir kadın, yaşamı benimle bölüşecek Sevdiğim şeyleri sevecek, bir incir ağacından Damlayan süt dolarken memelerine Çocuklar doğuracak, kara gözleri Dünyaya bıkıp usanmadan sorular soran Kendiyle yüzleşmekten çekinmeyen, doğayla Ve insanla sonuna dek barışkın... Yüzünü ak bir kitap gibi ellerime Açıp da, umutlar aradım yaşama ilişkin Uçurumların yamacında kök salacak ağaçlar Boğulanlara uzanacak bir kol belki Bunun için sevgilim, seninle başlattım bu şiiri... Ahmet Erhan |
Şair
Şair
Gözyaşım katmerlenir avucumda Bir gül açar delimtrak Kalbim göğsümdeki payanda Bu gece sarılıp yanyana yatsak Yalnızlığı suvaran şu sokaklar Tekil ayakseslerinin çoğul sessizliği Ülkenin damarlarına ekmişler Bir ölçek korku, bir ölçek ölü gözü Ve Türkiye'de şair olmak Her ahval ve şeraitte gülünç bir şeydir Çünkü vatanın bütün kaleleri zapt olunmuş Ve bütün tersanelerine girilmiştir Yağmurum kalakalır kapımda Yarımyamalak bir hüzün rakıyla çiftleşir Salas meyhanelerde yüzler morarınca Yalnızlığım aklanır, süt gibi olur. Ve Türkiye'de şair olmak Gerçekten gülünç bir şeydir: Kutuplarda yangın! Kalbim, bugün başka biriyle çıkma Kötüyüm dalsızım duraksızım... 1991 Kaynak: Deniz, Unutma Adını Ahmet Erhan |
Şair Olmak Zarar Ömüre
Şair Olmak Zarar Ömüre
Şiirler yazdım, türküler söyledim En çok birilerini sevdim, en çok Aynalara sürdüm yüzümü olur olmaz yerde Dişimi çiçeklerle biledim Yorgunum diyorsam da inanma, değilim Yaşarım daha yıllar yıllar Ellerim hep böyle yaramın üstünde Acının tarihini düşerim Işık karanlıktır nice Ayırabilirsen ayır elin erdiğince Ben bildiğimi söylerim Şair olmak zarar ömüre... Ahmet Erhan |
Şair, Dünya Sana Küsmüş Diyorlar
Şair, Dünya Sana Küsmüş Diyorlar
Şair, dünya sana küsmüş diyorlar Sen barışamazken kendinle bile Her varlık beyninin bir uzantısı olsa, neye yarar Çığrından çıkmış bu evrende? Doğanın bir anlık dalgınlığından doğdun Suyun, toprağın yalnızlığından Hep kendi içinde yürür durursun Tanrıların gücenik kalması bundan Kumdan kaleler yapıp, bozmakta üstüne yoktur Beş duyunu yüzle çarptığın görülmüştür Şimdilik yirmidört bilinmeyenli bir denklem yaşamın Bir gün elbet aylara, günlere de bölünür Şair, dünya sana küsmüş diyorlar Enlemleri, boylamları birbirine karıştırdığın için Bizimle uzlaşmadı, diye bağırıyor dinibütün olanlar Sonun kötüye varacak, bildiririm... Ahmet Erhan |
Türkü
Türkü
Uyandım, dağlarda duman Ovada sabahın tütsüsü Deniz ürperiyor uzaktan Koynunda güneşin gülü Kanat kanat dağılsam Unutmam kendi göğümü Gelirsin bana sulardan Yüzünde yosunların tülü Yaşamak, seni seviyorum Demenin başka türlüsü... Ahmet Erhan |
Uçurum
Uçurum
Aklımda kayalar kopuyor, duvarlar yıkılıyor Yüreğimde, kuruyan bir ırmağın yatağındaki boşluk Ayak izlerimi bırakmaya çalışıyorum taşların üstünde Kimsenin arayıp bulamayacağı bir adresim var artık. Dostlar da çekilip gidiyorlar hayatımdan Yürüdükleri yollarda arıyorum anları, Sevdikleri kıyıların gözlerinde Kendi sularınca boğulan bir denizim ben Kendi taşlarınca zapt edilen bir kale Başımı avuçlarıma alıp sıksam ne olur Çıkarabilir miyim beynimdeki o kara suyu? Bir çiçek tarlasına dönüştürebilir miyim? Ahmet Erhan |
Umut
Umut
Usul usul geceleyin Sirenler duyarsan derin Kapını gökyüzüne dayayıp da bekle Yolunu şaşırmış bir yıldız düşer belki üstüne Başını yastığa göm Yüreğini ayışığına ayarla Yorganına sıkıca sarın Derin bir nefes al Ve sakın ağlama... Ahmet Erhan |
Uykusuz Leyli
Uykusuz Leyli
Leyli okudum ölümün okulunu Beştaş oynayarak yıllarla Yüzümde mecburi hizmet solgunluğu Uçkuru düşük bir acının ayazında Leyli okudum... aklım karışık, bıyıklarım gürdü Ömrünü parselleyip, alkole imar izni çıkartmakla uğraşan Bir memur, dayardı yüzüme yüzünü uzun uzun içerdik her akşam Leyli okudum ölümün okulunu Ben çalışkanıydım intiharların - ip, ilaç ya da sınıfta kaldım, okşadım diye oğlumu Tayinim çıktı hayatın doğusuna... Ahmet Erhan |
Veda
Veda
Yitirdim cebimdeki bütün adresleri Yağmurlar, yağmurlar ortasında kaldım Aklımı boğacak o selleri Ben kendi damarlarımda yarattım Artık ne bir satır yazı, ne de bir selam Tek kişilik bu oyunda rol alabilir Gitti bütün seyirciler, boşaldı salon Geride kalan yalnızca, yalnızca maskelerdir Eli naylon güllü o dostlukların Bir tek anısı ve sızısı yok içimde Yitirdim cebimdeki bütün adresleri Kendimi kazandım bir başka biçimde... Ahmet Erhan |
Yağmur, Ağıt Yak Arkamdan
Yağmur, Ağıt Yak Arkamdan
Yağmur, ağıt yak ardımdan Karanlık sokaklar boyunca Ben yurdumun özoğluyum Kimseler yanmıyor bana Yaprak yaprak içimde yalnızlık Onun dalları dünyadır Kendi göğümde bu sürgünlük Bedenimdir ona tek sınır Kimsenin bir şey söyleyeceği yok Ben susarsam, konuşmazsam Acı bile sustu artık Yağmur, ağıt yak ardımdan... Ahmet Erhan |
Yağmurda Ölürüm
Yağmurda Ölürüm
Yağmurda ölürüm, su çeker bedenim Bir yeraltı ırmağı olur gömülünce Ben bu dünyada bir tek hayat’ı Sevdim Karşılıksız aşkların lümpenliğince Yağmurda öleyim, su çeksin bedenim Sokağın ortasında serseri bir ağaç gibi Anlasan, sen anlardın kalbim Göğün toprağa akıttığı o şehveti Yağmurda ölürüm, kağıda yine zam gelir Ben uzun uzun üşürüm ıslaklığımdan Su ve kan! Görüp göreceğim budur Rivayet olunur kim, suyun kanı yıkadığından Yağmurda öleyim, su çeksin bedenim Kan! En dayanıklı tüketim malımızdır, onu kimse yıkamaz Dolar, Mark, İMKB, Altın, Hisse Senedi... Kalbim, kanla yıkananlar bir daha onmaz... Ahmet Erhan |
Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 21:44. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.6.0 RC 2
Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.