Tekil Mesaj gösterimi
Alt 30.10.10, 00:18   #3
Kullanıcı Profili
Renklerin Dansı
S.Moderators
 
Renklerin Dansı - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Tualim.NetRenklerin Dansı
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: May 2009
Üye No: 27
Mesajlar: 3.656
Konular: 2075
Standart Sahne ıv.

SAHNE IV.
Köyde bir meydan. Alacakaranlık
vakti. Cemal bey ve Cahit bey
tarladan dönen muhtarla buluşurlar.
Cemal Bey: Sevgili dostum, sizi tekrar görmek büyük bir mutluluk! Köyünüzden zoraki ayrılmıştım zaten. Fakat işte yine buradayım, dostlar arasındayım...
Muhtar: Hoş geldiniz, Cemal bey!
Cemal Bey: Bu şirin köyde bir ömür geçirsem yine de doyamam şu eşsiz güzelliklere ve sizin gibi içi dışı hoş insanlara. Sizler Tanrının şanslı kullarısınız, çünkü insanı zevke boğan şu rüyamsı köyün ebedî sahiplerisiniz; oysa bizler sadece geçici misafirleriz burada...
Muhtar: Yeniden görüşmemiz kaderin hoş bir sürprizi oldu, Cemal bey.
Cahit Bey: (Kendi kendine) Bu kaderin projelerini de müteahhitler çizdi, muhtar bey! Bu üstenciler şeytana bile kötü örnek oluyorlar... Tanrı şeytanı kötü müteahhitlerden korusun!...
Cemal Bey: Çeşmenin önünde bir çobanla konuştuktan sonra, bir avcı gelip uyardı bizleri, köprünün çöktüğünü söyledi...
Muhtar: Biz de tarladayken duyduk bu vahim göçük haberini...
Cemal Bey: Hem de pek vahim!
Muhtar: Göçeceği varmış işte! Olacağa kim engel olabilir ki? Olacak her kötülüğe engel olunabilseydi, dünyada hiç kötü şeyler olmazdı zaten, değil mi? Demek avcıyla da tanıştınız! Onunla ilgili çok şey bilmediğinizi sanıyorum....
Cemal Bey: Evet. Fakat daha fazla bilgi edinmeyi isterim; ilginç birisi gibi geldi bana...
Muhtar: Öyle; çok ilginçtir!... (Anlamlı bir şekilde güler.)
Cemal Bey: Herhalde birazdan katılır aramıza. Yaban domuzu avı uzun sürmese gerek...
Muhtar: Bu civarda yaban domuzu yoktur ki!...
Cemal Bey: Yaban kazı da olabilir... Belki de yaban ördeği, ya da yaban keçisi dedi; bir yaban lafı duydum kesin, ama gerisini iyi anlamamış olabilirim...
Muhtar: Neyse, bu konuya tekrar geliriz. Köyümüz için çok mühim bir zamanda geldiniz, Cemal bey.
Cemal Bey: (Kendi kendine; gururla) Zaten ben de çok mühim zamanların adamıyım! Bakalım neymiş bu çok önemli şey.
Muhtar: Ay gökte iyice yükselince, morgumuzun açılışını yapacağız sade bir törenle!... Bilirsiniz, köyde hayat sıkıcıdır; biz de en küçük fırsatları bile değerlendirip, insanlarımız biraz olsun değişik bir şeyler yapsın, can sıkıntısından kurtulsun diye uğraşıyoruz işte!...
Cemal Bey: (Kendi kendine) Hay lânet! Bumuymuş mühim dediği şey! Aptalca bir açılış, ha?
Muhtar: Kurdeleyi siz, kurbanlık koyunu da ben keserim...
Cemal Bey: (Kendi kendine) Yine mi bir açılış için kurban kesme ilkelliği? Şişme bebekler gibi şişme koyunlar yapsalar da bu işler de kansız olsa...
Muhtar: Açılışı yaptıktan sonra da morgun içine girip deneriz, rahat mı değil mi diye! (Güler.)
Cemal Bey: (Kendi kendine) Morgun içine girip denemek mi? Tanrı beni korusun! Bir bu eksikti! İnsan yeni bir at alır, üstüne binip dener; yeni bir kadınla tanışır, dans edip sağını solunu eller, dişlerini inceler, dudaklarını dener; ama bir morg alıp da içine girip denemek!... Normal değil bu!.. Muhtarın suratında da bir satanistlik var zaten...
Muhtar: Şimdi gidip yemek yiyelim, Cemal bey. Ay ışığı köyümüzü fener gibi aydınlattığında törenimize başlarız.... (Çıkarlar.)

SAHNE V.
Önce ahır sonra da okul olarak kullanılmış
olan tahta barakanın hemen önü. Köylüler
merakla beklemektedirler. Ay ışığı, etrafı
lamba gibi aydınlatmaktadır. Barakanın
içinden dışarı yansıyan ışık da morgun üzerine
vurmuştur. Morg, çiçeklerle süslenmiştir.
Muhtar: Koyunu getirin hemen!
Osman: Şey... koyunu değil ama ipini getirebiliriz!... (Herkes güler.)
Hatice Hanım: Anlaşılan çocuklar koyunu ellerinden kaçırmışlar!...
Muhtar: Şanslı koyunmuş! Kaçan koyunun boynunu vurmak iyi değildir derdi rahmetli babam.
Cemal Bey: Kan akıtmasak da olur, sevgili muhtar. Okulunuz açılacağı gün bir deve kesersiniz, telafi edersiniz!...
Muhtar: Öyle olsun. Buyurun makası, muhterem Cemal bey. (Kurdele kesilir.) Buyurun, kapısını da siz açın!...
Cemal Bey: Teşekkür ederim. Hayatımda ilk kez çiçekli bir morg açıyorum; tarif edilemez duygular içindeyim...
Cahit Bey: (Kendi kendine) Tarif etmek gerekirse, sinirden kudurmak üzere!
Cemal Bey: (Köylülere) Morgunuzun köyünüze hayırlı olmasını dileyerek kapısını açıyorum. (Kapı açılınca çığlık atar; herkes irkilir.) Aman Tanrım! Bu morgun içi boş değil.
Muhtar: Telâşlanmayın, Cemal bey. Bir kasaptan almıştık ya bu dolabı, herhalde içinde et unutmuşlar.
Cemal Bey: Et mi? Evet, evet, bir et var burada, hem de kanlı bir et! Ama hayvan eti değil bu!
Osman: Balık eti mi yoksa?
Cemal Bey: (Kendi kendine) Balığı hayvandan saymıyor galiba bu salak! (Osman’a) Hayvan eti değil dedim!... Burada... burada bir ceset var! Kılçıklı değil, kemikli bir ceset! Bir ölü! Bir insan ölüsü! Bir insan cesedi!
Osman: Ölü bir ceset mi?
Cemal Bey: Ceset sağ olmaz zaten! Bütün cesetler ölüdür!...
Hatice Hanım: Açılın kenara, açılın! Hemen dışarı çıkaralım; belki yaşıyordur.
Cahit Bey: Yaşıyorsa mucize!..
Cemal Bey: (Kendi kendine) Dipfrizdeki dondurma gibi kaskatı olmuş. Ruhu bile göğe yükselemeden donmuştur eminim!
Cahit Bey: Fakat bu çobanın ta kendisi!
Cemal Bey: (Kendi kendine) Ta kendisi değil, ta ölüsü! Sarısı gitmiş akı kalmış bir yumurta gibi!
Muhtar: Allah rahmet eylesin, hepimizin başı sağ olsun!...
Osman: Bu dünyada rahat edememişti garibancık; inşallah ötekinde huzur bulur!...
Cemal Bey: (Kendi kendine) Şansızlık denilen sülük yakamı bırakmıyor bir türlü!... Bazı insanlar öyle aptaldırlar ki, ne zaman ölünmesi gerektiğini dahi bilmezler. Seçimden önce bütün ölümler bir kanunla yasaklanmalı bence! Kutsal kitaplara da seçimden önce ölenlerin cehenneme gideceği yazılmalı... Hem de cehennemim ta dibine... Taze bir oy, bayat bir ölü şimdi!...
Muhtar: Bu olay bir delinin işi!
Cemal Bey: Yani kendi işi! Demek çoban intihar etmiş...
Muhtar: Ne intiharı, Cemal bey; düpedüz cinayet!...
Cahit Bey: Cinayet mi?
Muhtar: Zırdeli Rüstem’in işidir bu! O psikopatın, o habis ruhlu murdar herifin kurbanı oldu bu zavallıcık...
Cemal Bey: Durun, lütfen! Kafam öylesine karıştı ki! Sanki içine hırsız girmiş de ortalığı darmadağın etmiş gibi! Çobanın deli olduğunu bugün öğrenmiştik. Fakat avcı Rüstem de mi bir delidir diyorsunuz?
Muhtar: Demek Rüstem sizi de kandırmış. Bu civarların tek delisi odur; delidir ama zekidir de köpoğlu!... Çobana alçakça iftira etmiş besbelli. Bizim şu zavallı çoban kadar uysal, aklı başında bir insan azdır dünyada. (Öğretmen cesedi inceler.)
Hatice Hanım: Sırtından ve çok yakından vurulmuş...
Muhtar: Aşağılık herif!
Hatice Hanım: Bununla da bitmemiş... avuç içlerine ve ayaklarına da kocaman paslı çiviler çakılmış!
Muhtar: Hayvan herif!... Bu işi Rüstem’in yaptığı artık kesinleşti; son aylarda “Çarmıha germek” lâfı ağzından düşmüyordu kahrolasıcanın; hatta köyde çocuklar onu “Çarmık Rüstem” diye çağırmaya başlamışlardı...
Hatice Hanım: Bu zırdeli, bizim çobanı İsa gibi çarmıha germiş!...
Cahit Bey: İnsan insanı öldürürse, artık bir insan değil bir hayvandır o öldüren!
Cemal Bey: Gerçeği söylemek gerekirse, insan kime inanacağını şaşırıyor bugünlerde. Dünya adi yalancılarla dolu; hiç utanma yok bu insan müsveddelerinde. Dürüst bir surat, sahtekâr bir ruh taşıyabiliyor; maskesiz yüzlerin nesli tükeniyor...
Cahit Bey: Bir akrabası falan yok mu bu bahtsız genç çobanın?
Muhtar: Yok, Cahit bey; hiç kimsesi yok! Daha üç yaşındayken öksüz kalmıştı. İmece usulüyle büyüttük onu. Köye geldiği zaman her gece ayrı bir evde misafir ederdik.
Hatice Hanım: Hepimizin evlâdı gibiydi; uzaktan kavalının sesini duyunca içimizde bir sevinç tufanı kopardı...
Cemal Bey: Kavalını gerçekten de pek ustaca çalıyordu. Peki ya bu deli Rüstem’in kimsesi yok mu?
Muhtar: Sürüyle var!
Osman: Köpekte bit, ahırda saman, bu deli divanede de akrabadan bol şey yok!...
Muhtar: Deli Rüstem, bir saat ötedeki Kefenler köyü muhtarının oğludur.
Cemal Bey: (Kendi kendine) Kefenler köyü mü? Bu köylerin bulunduğu vadinin ismi de Cenaze Vadisi değilse namerdim! Öteki dünyayla ilgili her türlü berbat ad burada toplanmış sanki. Edgar Allan Poe ya da Alfred Hitchcock bu köye gelselerdi, dehşetli isimler konusunda bir hazine bulmuş gibi sevinirlerdi... Romantizm denilen şeyden hiç haberleri yok ki bu zebanilerin! Köy iğrenç bile olsa, insan en azından moral bulmak için, “Ay Işığı” köyü der, “Sevimli Martı” köyü der, “Beyaz Zambak” köyü der... Bunlarda estetik ne gezer! Evrimlerini henüz tamamlamamış bunlar! Bu kaba saba, azgelişmiş yaratıklarda; bu Homo Habilislerde; bu sanatsız, felsefesiz yaşayan tamtakır kuru bakır kafalarda yüksek düşünceler aramak boşuna... Bu çamurlu kurbağalarla ancak oy için temasa geçeceksin, işin bitince de teması kökten keseceksin... Eyerde asılı duran bir üzengiden başka bir şey değil bunlar; ayağını basıp çıkacaksın çıkmak istediğin yere. (Muhtara döner.) Peki, deli Rüstem niye Kefenler köyünde değil de bu köyde oturuyor ki?
Muhtar: Köyümüze ara sıra uğrar, ama burada kalmaz. Öteki köyde, babasının yanında da kalmaz. Deli Rüstem, bizim köyün mezarlığını kendisine mesken tuttu. Geceleri orada yatar; o, cinlerin ve şeytanın dostudur sadece, onların hizmetindedir her gece...
Cemal Bey: Rüstem’i yakalamaları için jandarmalara haber göndermeliyiz hemen!
Muhtar: Hayır, Cemal bey. Devleti karıştırmadan, kendi törelerimize göre bu işi çözeriz biz. Bizimkiler yakalarlar onu. Hele bir gece yarısı olsun, meşaleler yaktırıp on adamımı mezarlığa göndereceğim. O melunun boynuna ip taktırıp buraya getirteceğim. Kefenler köyüne de haber salacağım; köyün ileri gelenleri gelsin buraya. Bu gece uzun bir gece olacak; adalet yerine gelmeden uyku yok bize!...
Cemal Bey: (Kendi kendine) Neyse, nihayet sevindirici bir haber aldım. Yeni seçmenler ayağıma geliyorlar! Ağı ne kadar geniş bir alana fırlatırsam, o kadar çok balığım olur. Her şeyin fazlası zararlıdır derler, paranın bile! Fakat “Oylar” bu kurala uymaz; her yeni oydan alınan zevk de şu koca evren gibidir, sonu olmaz...
Muhtar: Köy meydanında bir mahkeme kuracağız ve o deliyi yargılayacağız... Sizin burada olmanız da bizim için büyük bir şans, Cemal bey.
Cemal Bey: Hangi bakımdan?
Muhtar: Yönetme bakımından! Mahkemeye siz başkanlık edersiniz. Sizin hakimliğinize kimse itiraz edemez.
Cemal Bey: (Kendi kendine) Ömrümde böyle abuk sabuk şey duymadım!... Daha milletvekili olamadan bu sümsük beni hâkim yapacak! (Muhtara) Fakat sevgili dostum, yargılamak devletin işi, bizim işimiz değil. Kasap sünnetçilik yaparsa, sünnetçi berber olursa, berber terzilik yaparsa ne olur o zaman halimiz? Herkes kendi görev çemberi içinde kalmalı; olimpiyat amblemi gibi çemberler iç içe geçmemeli...
Muhtar: Devlet buralara epeyce bir süre gelemez; köprü çökmüş... Hem gelseler bile, görgü tanığı falan yok diye deliyi yine salarlar ortalığa; ya da tımarhaneye gönderirler ki, kurnaz Rüstem oradan iki günde kaçar! Bizim kuracağımız mahkemede, sizin hâkimliğinizle gerçek adalet tecelli edecektir, Cemal bey.
Cemal Bey: Öyle diyorsunuz ama, sevgili muhtar, hayatım boyunca bir mahkemede bulunmuşluğum yoktur benim. Bir hâkim nasıl davranır hiç bilmem...
Muhtar: O halde adalet nasıl dağıtılır çok daha iyi bilirsiniz! Mahkeme tecrübenizin olmayışı, adalet arayan bizler için bir başka büyük şans değil midir?
Cemal Bey: Demek şehirdeki mahkemelerle ilgili kötü şeyler duydunuz!
Muhtar: Bazen suçlular serbest kalıyor, masumlar da içeri atılıyorlarmış. (Yavaş sesle) Çobanın kanını yerde bırakırsam, kimse yüzüme bakmaz artık. Siz şehirlilerin deyimiyle, "Karizmam çizilir!"
Cemal Bey: Ne desem bilmem ki...
Muhtar: “Evet” diyin!
Cemal Bey: Oldukça riskli bir iş bu! Devletle başım belaya girsin istemem...
Muhtar: Biz sizi dost biliyoruz, Cemal bey; hem iyi hem de kötü gün dostumuz olarak telâkki ediyoruz sizi! Dostlar işte böyle belâlı anlarda yardıma koşarlar. Bu olayda tarafsız olabilecek tek kişi sizsiniz.
Cemal Bey: Madem ısrar ediyorsunuz...
Muhtar: Hem de pek çok!
Cemal Bey: O halde ben de cüppeyi giyerim; kıramam sizi.
Muhtar: Minnettar kalırız...
Cemal Bey: Umarım bu haber köy sınırları içinde kalır! Anlıyorsunuz ya, itibarım zedelensin ve devletle başım derde girsin hiç istemem!
Muhtar: Merak etmeyin, bizimkilerin ağzı şarap tıpası gibi pek sıkıdır!
Cemal Bey: Sır saklamak soylu insanlara özgüdür! Sizin sır saklayacağınızdan eminim...
Muhtar: İnanın köy halkı bu yardımınızı sonsuza dek hatırlayacaktır!...
Cemal Bey: (Kendi kendine) O kadar uzağa gitmenize gerek yok canım; seçime kadar hatırlasanız yeter!...
Muhtar: Sizi temin ederim, Cemal bey, devletin bu işten haberi olmayacaktır. Kefenler köyünün muhtarı da, oğlu suçlu bulunsa bile devlete bizi ispiyonlamaz; çünkü o da sorunlarımızı kendi içimizde çözme geleneğine sıkı sıkıya bağlıdır.
Cemal Bey: (Kendi kendine) Gelenek, görenek! Bunların hepsini tümden kaldırmak gerek!... Bu iş bariz bir şekilde yasadışı, fakat köylülerin ketumluğuna da güvenmek gerek. Açıkçası işin bu yanını fazla da önemsemiyorum. Asıl büyük sorun başka! Deli Rüstem’i suçsuz bulursam, Mezarcılar köyünden tek bir oy bile çıkmaz bana. Fakat öte yandan, bu zırdeliyi suçlu bulursam, bu kez de Kefenler köyünün bütün oylarını kaybederim. Korkunç bir dilemmayla karşı karşıyayım. Her iki durumda da bir “Oy kaybı felâketi” yaşanacak! Derhal üstün zekâmı çalıştırmalıyım! Molière’in Harpagon’u para konusunda ne kadar pintiyse, ben de oy konusunda o kadar cimriyim! (Muhtara) İzin verirseniz ben ve sekreterim biraz uyuyup dinlenmek istiyoruz. Malûm, bu gece uzun bir gece olacak... Gece yarısı uyandırırsınız bizi.
Muhtar: Elbette, Cemal bey. Kahveci Osman’ın evi geniştir. Sizi orada güzelce ağırlarız. Uyuyun, dinlenin. Gece yarısına daha dört saatimiz var. (Osman’a) Osman!
Osman: Buyur, muhtar emmi!
Muhtar: Konuklarımızı hemen evine götür, onlara en rahat döşekleri, en yumuşak yastıkları ver ve sonra da imamı alıp çabucak buraya gel. (Çıkarlar.)
Renklerin Dansı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla